(Nick Brauns, gazeteci, Berlin Tekel İşçileriyle Dayanışma Komitesi üyesi)
Berlin Tekel İşçileriyle Dayanışma Komitesi nasıl oluşturuldu, bugüne kadar neler yaptı?
Nick Brauns: Berlin Tekel Grevi ile Dayanışma komitesi bir düzineden fazla sosyalist, antifaşist örgütler ve partiler, göçmen dernekleri ve kültür örgütleri tarafından kuruldu. Buna dahil olan sendika aktivistleri, işçi temsilcileri ve Almanya Meclisi ile Berlin Eyalet Meclisi üyesi birçok sol parti milletvekili bizim çalışmalarımızı destekliyor.
Şimdiye kadar iki defa, Türk ve Kürt göçmenlerin yoğunlukla yaşadığı Berlin-Kreuzberg’de 120 ile 150 kişinin katılımıyla gösteriler yaptık. Üçüncü gösterimizi gelecek Çarşamba için planladık. Ankara’ya giden dayanışma delegasyonunun üyeleri bu gösterilerde konuştu, Tekel mücadelesiyle ilgili filmler gösterdik. Berlindeki büyük fabrikaların önünde ve kamu çalışanlarının toplu iş sözleşmelerinin yürüten Ver.di sendikasının bir mitinginde on binlerce bildiri dağıttık. Bu şekilde iş arkadaşlarını Tekel mücadelesi hakkında bilgilendirmek, dayanışma etkinliklerimize katmak ve Tekel işçilerinin grev kasası için bağış toplamak istiyoruz.
Ayrıca iş arkadaşlarımıza Tek Gıda-İş’e dayanışma metinleri, Türk başbakanına da protesto metinleri yazmalarını söylüyoruz. Bir sonraki planımız, tıpkı Ankara’daki Türk-İş merkezi önündeki gibi Berlin’deki merkezi büyük bir meydanda çadır kurmak. Çadırda Tekel mücadelesi üzerine filmleri göstereceğiz ve sürekli bir şekilde çeşitli etkinliklerle orada bulunacagız.
Tekel mücadelesinin Almanya için önemi nedir? Neden bu kadar önemsiyorsunuz?
Tekel mücadelesi dünya ve Avrupa çapında neoliberalizme karşı yürütülen mücadelenin bir parçasıdır. Tekel’in özelleştirilmesi Türkiye'nin üye olmak için kabul ettiği AB politikalarının bir sonucudur. Lizbon antlaşmasıyla neoliberalizm Avrupa Anayasası’nın temeli oldu. Bundan 5 yıl önce işşizler için Hartz 4 yürülüğe konuldu. Bu işçilerlere 1 avroya çalışma zorunluluğu getirdi. Hükümetin Tekel işçilerine dayatmaya çalıştığı 4C buradaki Hartz 4’ün Türkçesidir. Her iki durumda da düşük ücretli sektörlerden hiçbir hakkı olmadan çalışan iş köleleri yaratmaya, böylelikle maaşları yaşam sınırına kadar düşürmeye çalışıyorlar.
Tekel işçileri bize direniş nasıl örgütlenir gösteriyorlar. Almanya'da da siyasal grevler, dayanışma grevleri ve genel grev Türkiye'deki gibi yasak. Ama Parlamento'da sol parti genel grev hakkı için yalvarırken, Türk hükümetinin tehditlerine rağmen Türk işçi sınıfı bu hakkını kendi gücüyle elde ediyor. Biz Almanya'da bu durumdan öğrenebiliriz. Kendi hükümetimizle Türkçe ve Kürtçe konuşmayı ögrenmemiz gerekli!
AKP hükümetin tavrı Almanya'da nasıl değerlendiriliyor?
Çoğunluk Tekel mücadelesinden bihaber, çünkü sosyalist basın dışında medyanın büyük gazeteleri bundan bahsetmiyor. Buradaki insanlar Erdoğan’ı bir demokratik reformist olarak değerlendiriyor, çünkü basında böyle gösteriliyor. Ama bildirilerimizle ya da sosyalist basındaki makalelerimizle kendimizi anlatabildiğimiz insanlar, AKP hükümetinin işçi düşmanı ve antidemokratik siyasetinden epeyce rahatsız. Olanları anlattığımız herkes, anında Tekel işçileriyle dayanıştığını söylüyor.
Bize Münih Tekel İşçileriyle Dayanışma Komitesi’ni kısaca tanıtır mısınız?
Helge Schmid: İlk önce belirtmek gerekir ki, Tekel işçilerinin mücadelesine destek veren Münih Komitesi, çeşitli sol örgütlerin ve aktif sendikacıların bir araya gelmesiyle oluşan küçük bir komite ve eylem ve etki alanı kısıtlı. Hedef olarak kendine Münih'te, TEKEL işçilerinin AKP hükümetine karşı mücadelesini tanıtmayı belirledi. Şimdiye kadar sadece sol bir gazete olan Junge Welt gazetesi bu mücadele hakkında yazıyor.
Biz şubat ayının sonunda, bir bilgilendirme ve dayanışma etkinliği düzenlemek istiyoruz. Diğer taraftan komite somut dayanışma etkinliği düzenlemeli. Türk konsolosluğu önünde bir küçük gösteri düzenledi ve IG Metal ve Ver.di gibi sendikaların bu konuyla ilgili açıklama yapması, Tekel mücadelesini desteklenmesi ve bağış yapmaları için mücadele verdi.
Avrupa’da işçi sınıfının Tekel mücadelesi için önem taşıyan bir deneyimi var mı?
Biz burada yani Almanya'da birçok sefer şu deneyimi yaşadık; taleplerin gerçekleştirilmesi için işçi sınıfının tüm mücadele gücünün kullanılması yerine sendika sorumlularının antlaşmaya hazır olmaları. Şu an Almanya'da yürütülen kamu çalışanlarının toplu iş görüşmelerine dikkat çekmek gerekli diye düşünüyorum. ‘Almanya'nın milli çıkarlarına zarar vermemek’ gerekçesiyle anlaşılıyor.
Tekel'deki Türk işçilerinin kararlıkları ile ulaştıkları durum, tüm sendikalarla, muhafazakar sendikalar da dahil, bunlarla birlikte ortak bir eylem günü yapılması, yani aslında siyasal bir grev durumuna biz Almanya'da epey uzağız. Buna rağmen şunu diyebilirim. Dikkatli olun, sendika yöneticilerine güvenmeyin, onlar size bu mücadelenin bittiğini söyleyecekler! Mücadeleyi başarıyla devam ettirmek için, kendi yapılanmanızı kurmanız gerekli. Bu yapılanma ile mücadeleyi kontrol altına alabilirsiniz. Tıpkı yerel, bölgesel ve ülke çapında grev komiteleri aracığıyla koordine edilmesi için mücadele verilmesi gibi.
Türk ve Alman işçi sınıfı arasında enternasyonal dayanışmasının perspektifi nedir sizce?
Bu birkaç değişik noktadan bakmak gerekli. Birincisi, yukarıda değinildiği gibi, Türk işçi sınıfının ister hükümet yanlısı ister mücadeleci sendikaların hepsini birlikte siyasal bir grev için hareket geçirilmesi durumunu Almanya'da ancak hayal edebiliriz! Aslında bu da bize Almanya'dakilere özeleştirmelere, çalışma ve yaşam şartlarının kötüleştirilmesine, genel olarak söylersek, krizin yüklerini işçi sınıfının ve çalışan tüm kesimlerin boynuna yüklenmesine karşı mücadele etmenin mümkün olduğunu göstermektedir. İşçilerin sendikaları hükümete karşı birleşik işçi cephesine zorlamasıyla oluşan bir durumu görüyoruz. Bu yüzden ilk olarak bu mücadelenin Almanya'da gündeme taşınması önemlidir.
Diğer bir taraftansa biliyoruz ki küreselleşme denilen bu zamanlarda, şirketler kendi üretimini ucuz iş gücünün olduğu ülkelere götürmektedir. Çünkü yeni kârları yakalayabilmek, daha ucuza üretebilmek ve rakiplerine karşı bir avantaj etmek istiyorlar. Bunun sonucu olarak da Almanya'da ve Avrupa'daki çalışma şartları kötüleştiriliyor.
Ben burada ortak bir düşmana, yani sermaye sınıfına karşı bir mücadele görüyorum. Biz işçiler, maaşlı çalışanlar ulusal sınırları aşararak dayanışmalı ve ortak hareket etmeliyiz. Bu mücadele sonucunda sınırları aşarak, tecrübelerimizi paylaşabilceğimiz, karşılıklı olarak birbirimize danışacağımız, ortak eylemleri konuşabilceğimiz ortak yapıların ortaya çıkması durumu epey faydalı bir sonuç olur. Bunların içinde kâr mekanizmaların olmadığı, insanın insan tarafından sömürülmediği bir toplumsal düzen üzerine tartışmaları da yürütmek, böylesi perspektif geliştirmek gerekli.
[Bu söyleşi Suphi Toprak tarafından Almanca olarak gerçekleştirilmiş, yine Toprak tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder