27 Nisan 2010 Salı
Letter to Trabzon
Greece is going to join the 55th Eurovision Song Contest, whose host is Norway, with the song named as "Opa". A lot of people, in the first instance people in Trabzon, reacted to this event. Being the people in Trabzon are the first instance is too interesting, is not it? As well as Trabzon is the city that the Greeks bequeathed the most in the Black Sea and Anatolia as historical. The city that the most remembered when you say Greek or Pontic(Pontus). The city in which clemency and neighborhood relationships are lived the best for the years. You know, Trabzon is always mentioned in the Greek songs... The Greeks who lived in the area from Inebolu to Poti sound Trabzon; because, they loved Trabzon and they die for it. There are lots of Greek songs concerning love and affeciton. They always think their history and what they lived. Then they stare into far aways there are only their tears remained... They have experienced disasters, deportations, genocides, but they have never forgotten both their motherlands and their folksongs, fiddles(kemençe). The only thing they have forgotten is: The grudge and the hostility... Because, their hearts had never let it. Far far away, they have lived this nostalgia silently and lonely, but they always talked of people surviving in their homelands, have never forgotten them. They always hope getting back, watching the sea and the uplands until satisfied, breathing its air... playing the fiddle plaintively or dancing the horon, the dance of the knives... putting to the vicious Black Sea one more time, releasing their fishnets and fishing... How many times they hope returning... If someone asked them that " Do you want to come back today?" in fact, the answer is too clear: we do not hesitate, exactly yes.
The negative reactions of the people lived nera the Black Sea, especially in Trabzon, are disappointing. Here is the society which do not know their history, never read and think communally, don not understand that what have we missed about humanity from past to present. These are the reasons of the negative reactions to the Greece. Do not misunderstood, we love the people lived near the Black Sea, all of our people, all humankind, so we protect our culture. Our duty is that expalining some unseen, incoherent and unknown truths to the people So that, we judge the racism, impatience and discrimination; not the people lived near the Black Sea. Because, the love starts with the knowledge and recognizing...
Stelyo Kapodakis
18 Nisan 2010 Pazar
Universitätsleitung gemeinsam mit Faschisten gegen linke Studierende
Der politische Alltag geht in der Türkei an keiner Universität vorbei, an der linke, antifaschistische Kräfte sich organisiert haben. Während kurdische Politiker_innen verhaftet, oder vor laufenden Kameras geschlagen werden, werden auch die Linken an den türkischen Universitäten massiv unterdrückt. Und das geschieht seit jeher.
Doch die organisierte radikale Linke ist aus den türkischen Universitäten nicht leicht zu verdrängen. Daher kommt es zur engen Zusammenarbeit zwischen Staat, Universitätsverwaltung und Faschist_innen. Das sieht in der alltäglichen Praxis so aus: zuerst greifen die Faschisten an. Der zweite Angriff folgt dann durch die Polizei. Die Verhafteten, sogar die Verletzten, werden danach von der Uni-Verwaltung der Universität verwiesen.
Die Ülkücüler (Idealisten) sind die stärkste organisierte faschistische Bewegung. Sie sind Anhänger und Teil der MHP (Partei der Nationalistischen Bewegung). Die MHP ist die traditionelle Partei, die seit der 70er Jahren bewaffnet gegen die linken Kräften kämpft. Sie hat sich in den Jahren eher in Richtung der „politischen Mitte“ bewegt, um regierungsfähig zu werden. Trotzdem ist die Basis militant geblieben. Die Führung dieser faschistischen Partei will in der Öffentlichkeit keine Verantwortung für die Angriffe übernehmen. Sie distanziert sich aber auch nicht. Meistens wird versucht, zu erklären, dass die Angegriffenen Linken, Kurden, Oppositionellen an den Attacken selbst Schuld seien. Die traditionellen faschistische Werte wie Rassismus, Antikommunismus, Antisemitismus, Kurdenfeindlichkeit, Panturkismus, türkischer Nationalismus werden von MHP vertreten.
Die zweite Faschistische Kraft neben MHP ist die BBP (Große Einheitspartei). Sie ist eine Abspaltung von der MHP nach dem Militärputsch 1980. Sie hält eher die „islamischen Werte“ hoch als nur den reinen türkischen Nationalismus. Die Ermordung des armenischen Schriftstellers Hrant Dink und der Christen in Malatya wurde durch BBP-Anhänger oder Mitglieder durchgezogen, aber von staatlichen Sicherheitskräften geplant. Es ist bekannt geworden, dass die Polizei von den Mordplänen Bescheid wusste. Auch der Initiator der Mordpläne war ein Polizeispitzel. Auch an den Universitäten sind diese Parteien aktiv – gegen die linken, kurdischen Studentinnen und Studenten, mit Unterstützung der staatlichen Kräfte.
Zuletzt wurden nun 6 Studierende der Marmara-Universität in Istanbul, der zweitgrößten Universität der Türkei, aus dem Studium geschmissen. Im Dezember 2009 bedrohten Faschisten einen kurdischen Studenten, als sie ihn außerhalb der Universität allein erwischten. Als die Faschisten ihn am nächsten Tag mit Schlagstöcken angreifen wollten, konnten Linke dem kurdischen Studenten Schutz bieten und die Faschisten zurückdrängen. Fast alle linken Kräfte haben gemeinsam gegen die Faschisten gehandelt, nur die TKP (Türkische Kommunistische Partei) verweigerte ihre Solidarität mit den anderen Linken, obwohl sie zahlenmäßig die stärkste Linke Kraft an der Marmara Universität ist.
Die Polizei setzte sich mit der Universitätsverwaltung in Verbindung und lieferte ihr die Namen von antifaschistischen Studierenden. Daraufhin wurden 6 Studierende für halbes Jahr von der Marmara Universität verwiesen. Bei den 6 Betroffenen handelt es sich um 5 kurdische Studierende und einen türkischen Trotzkisten.
Wir fordern:
> Schluss mit der Zusammenarbeit zwischen FaschistInnen und Uni-Verwaltung!
> Schluss mit der Unterdrückung von kurdischen und revolutionären Studierenden!
> Für die Einheitsfront der Arbeiterklasse gegen die Faschisten!
> Freien Zugang zu den Universitäten für Alle! Auch für einfache Arbeiter_innen und Bauern/Bäuerinnen!
Suphi Toprak
14 Nisan 2010 Çarşamba
Hangi 19 Mayıs? Pontus Rum soykırımı neyi anlatıyor?
Osmanlı'nın kendi imparatorluk sınırlarını koruyabilmesi hatta belkide bir zamanlar hükmediği bölgelere tekrar kavuşabilmesi için, toplumsal altyapının yenilenmesi gerekliydi. Fabrikaların,tren yolu ağlarının, en son teknolojik savaş gereçlerinin ( tankların ve savaş uçakların kullanılmaya başlandığı bir dönemde bunlar Osmanlı için bir hayaldi) artık savaş meydanlarında boy göstermeye başladığı dönemdi. Emperyalist işgallerin ve sömürülerin döneminde Rusya, Osmanlı,Hindistan, Çin gibi devletler savaşın içersine çekilmeye çalışıldı. Özelikle Rusya ve Osmanlı bu savaş ile birlikte tekrar eski güçlerine kavuşabilmek ve ganimetlerin paylaşımında kazanan tarafta yer alabilmek için savaşa gönülü girdi. Savaşın kazanımları ile birlikte batılı kapitalist ülkelerle olan mesafeyi mümkün olduğu kadarıyla kapatmayı umuyorlardı. Osmanlı askeriyesinin yeniden inşaasını Alman İmparatorluğu üstlenirken, Bagdat'a kadar uzanan bir trenyolu hatı ile buradaki ticari yolların canlandırılması Osmanlı için devasa kazanımlar anlamına geliyordu.
Kemalistler ve ulusal solcular, Osmanlı'nın emperyalizmle olan bu ilişkisini hep tek yanlı görür ve sadece kullanılan bir Osmanlı resmi çizerler, halbuki bu ilişki dengesizde olsa karşılıklıdır. Dengesizdir çünkü güçlü olan emperyalistlerdir. Osmanlının askeri zaferlerle toprak kazanımları bir taraftan çok geniş topraklarda hakimiyet sağlar iken, diğer yandan da hantalaştırmıştır. Özel mülkiyetin osmanlı içersinde devletin kadrolarının ve askerlerinin, daha da önemlisi padişahın elinde toplanması, sanayi devriminden önce batılı ülkelerin burjuva sınıfının ticarete yönelmesi ve güçlenen burjuva sınıfının devletin bürokrasisine ve feodal güçlere karşı iktidarda yerini alması, sanayi devriminde kapitalist ilişkilerin hakim olması, Osmanlı ile Batı ülkelerin arasındaki farkları oluşturmaktadır.
Osmanlı bir süre sonra batılı ülkelerin mallarını alan, aldıkca onlara bagımlı olan bir yapıya dönüşür. Kapitalist sınıfının osmanlı da, tıpkı Rusya'da olduğu gibi, son derece cılız olması Avrupa'da 11. ile 12. ci yüzyılda ortaya çıkan kapitalist sınıfla arasında güç farkını oluşturuyordu. Rusya bu geri kalmışlığını bolşeviklerin önderliğinde sosyalist devrim ile taçlandır iken, Osmanlı, aslında kendisinin devamcısı olan kemalizme geçti.
Osmanlı için 1.ci dünya savaşı yüzyıllardır kaçırdığı kapitalist gelişmeleri çok kısa sürede yakalayabilme şansı yönetenlere göre doğmuştur. Böyle bir ilişki halkaları içersinde İttihat ve Teraki Osmanlının yeniden inşaası gereklidir. Tek bir millet yaratabilmek için azınlıkların bastırılması gereklidir ve bununla beraber Osmanlı'da ticaret ile uğraşan Ermeni ve Rumların yok edilerek, bir müslüman Türk burjuvazisinin oluşturulması gerekmektedir. Devletin hamilik yaparak Kapitalist bir müslüman Türk sınıfın ortaya çıkmasının önünde ilk engeli, Ermeni nufusu oluşturmaktadır. Ermeni tüccarların ortalıktan kaybolmasından sonra, müslüman Türklerin tüccarların rakipsiz kalması ve onların malvarlıkların ve topraklarının paylaşımı da söz konusudur.
Ermenilerin soykırıma ugramalarından sonra Pontus Rumları hedef haline gelmişti. Pontus kelime olarak ''Karadeniz'' anlamına gelmektedir. Soykırım öncesi nufusları 600.000 bin olan Rumların soykırımda 300.000 ile 350.000 Rum katledilmiştir. 1914 yılında 1919 yılına kadar sürsede, cumhuriyet dönemine kadar uzanan 1922 ile 1924 yılları arasında da bilhassa Trabzon'da saldırılar devam etmiştir. Pontus Rumları bunları kendi dilinde Sphagi (katliam) ve Xerisomos (köksüzleştirme) olarak adlandırmıştır. Lozan antlaşmasıyla beraber Türkiye'de yaşayan Rumlar aslında yaşadıkları topraklardan sürülerek Yunanistan'a gönderilmişti. Halbuki Pontus Rumları binlerce yıldır Yunanistan'da değil, Karadeniz'de, Anadolu'da, İstanbul'da yaşıyorlardı. Sadece müslümanlaşmış Rumlar kendi topraklarında kalabildiler. Onlarda Rum olduklarını asla dile getirmeyecek şekilde susmaları şartıyla.
Her sene 19 Mayıs Pontus Rumlarının soykırımı andığı tarihdir. İttihak ve Terakkinin başlatmış olduğu soykırım dalgası, Kemalizmle devam etmiştir. Ermenilerin, Süryanilerin ve Rumların soykırıma uğramasından sonra sıra Kemalizm döneminde Kürtlere gelmiştir. Bir yandan paylaşılan Ermeni, Rum, Süryani malvarlıkları ve topraklarının kemalizm tarafından yasal zeminde organize edilmesi hem tarishsel süreçte bunların yok sayılması hem de türkleştirme politikasının devamı, kemalizmin aslında bu katliamların devamcısı olduğunu gösterir. Asimilasyonun devlet aygıtı tarafından koordineli devam etmesi kemalizmin özeliklerinden biridir.
Pontus Rumların uğramış olduğu soykırımın bu 19 Mayıs'da tartışılması ve gündeme getirilmesi, Türkiye'deki ulusal soruna yönelik bir çözüm girişimi olacaktır. Tarih ile hesaplaşılması, kökenleri ve sonuçları ile ortaya konulması gerekmektedir. Pontus Rumlarının tarihini anlatan müzeler, soykırımı kınayan anıtlar, Yunancadan zamanla farklılaşmış olan Pontus Rumcasıyla yayın yapacak gazete ve medya araçlarına pozitif ayrımcılıkla finansmal destek verilmesi, atalarının yaşadığı topraklara geri dönmek isteyen Rumlara destek verilmesi, bizleri sadece tarihi yargılayan bir noktadan çıkartır, halklar arasındaki kinin bitmesini sağlar.
Suphi Toprak
15.04.2010
6 Nisan 2010 Salı
STRUGGLE OF WORKING CLASS
1. Revolutionary Strategy
• Councils
• Worker Organizations
• Worker Control on Production
2. Attitude in the first four congresses of the 3rd International
3. Working with Bourgeoisie Political Parties
4. Transition Demands
5. Role of Revolutionary Party
6. Duties in the Period In Front of Us
1. Revolutionary Strategy
TEKEL resistance became one that did show the dimensions of economic crisis. In a period in which the workers' resistance such as Marmaray, Kent Is, Taris, Cimen Tekstil, with the TEKEL resistance, it is time to re-evaluate the Left's own revolutionary strategy. That is the point if theories of the political parties, which claim themselves as the leaders of the working class, are useful or not under the hard circumstances. If a theory is not working under the crisis conditions, there is a mistake with that theory. The line that separates the Marxist theories from the others is absolute: Marxist theories are functional in crisis and increasing working class movement periods.
Most of political movements in Turkey practiced to pass silently the period of TEKEL resistance. Active Political movements, on the other hand, placed with the concrete solidarity in the tent city built by TEKEL workers. This Second kind of political movements could success to break workers’ prejudices against the Left. As a concrete result: carrying consciousness to the working class, which is a Leninist principle, was transformed into carrying consciousness by the working class to political organizations. That is a measure, which shows that Political organizations are not ready for such a struggle. One of the aims of this essay is, in the light of experiences of TEKEL resistance, to examine theories and practices of revolutionary part and of other Leftist movements.
Concretely speaking, TEKEL resistance proves that carrying consciousness to working class by political organizations, which is a Leninist principle, in fact, transforms into carrying consciousness to political organizations by working class. This shows that existing political organizations are not ready to such struggle. It became obvious as a result of this basic state that there was no Leninist political party. There is a correlation between spontaneous actions of working class and revolutionary party. But in TEKEL resistance, this became a one-sided situation because where there was a working class, there was not a revolutionary worker party.
But the point worthy to talk about is that what kind of the path is the way going to revolution.
It is necessary to revise the ideas about this question. Movements arguing that the revolution in Turkey will be realized other forces rather than the working class are passive and this passivity is appropriate to the nature of things. There is a trend to remove working class from being the only class that can overcome capitalism and to reduce the working class’ importance with the other classes.
In fact, all petit bourgeoisie movements have a common point: reducing importance of proletariat and Keeping proletariat equivalent with other classes. Anarchist movements aim to create an abstract human profile and revolutionary processes unless having social changes. Movements that support urban guerilla think it is possible to realize the revolution by vanguards with a “steal discipline” and without understanding the concrete situation of working class. Worker support to this fight is important. While Che and Fidel were fighting in Cuba, workers were rebelling and they could realize the revolution. On the other hand, Che lost his life because Communist Party in Bolivia did not support him. So, these two struggles were comprehended two different fights from two different worlds. In practice, working class is reduced to supporting group of vanguards. Nobody even thinks about mobilization of workers without petite bourgeoisie political parties that has a “steal will”. It is even not argued that self-organized worker organizations. They believe in steal will of vanguards and they do not believe in workers can form their own strike committees.
Maoist Communist Party (MCP=MKP), which supports rural guerillas, reveals these ideas: ‘We will improve theoretical and practical, general and concrete struggle in every shields of public war’ (MKP, Resolution no. 101). Working class struggle is one of shields… From now on, proletariat is not the class that will realize the revolution, but it is distorted representation of reality to prove formulas, which are hidden behind the schematic forms. Whenever it even says that working class must learn, in fact, MCP cannot go beyond abstract slogans. Those slogans raised MCP:
‘Unite under the proletariat leadership in public power!’
‘Long live legal and democratic struggle of TEKEL workers for gaining Their rights!’
‘Long live workers and working classes’ unity-solidarity and struggle!’
‘We will win, People will win, people’s struggle will win!’
Actually these abstract slogans are nothing than an attitude that does not have any preparation and looks proletarian struggle from far away.
There is a concrete result which sources from vanguards using themselves in place of working class, and tradition of working with guerilla groups. Those guerilla groups’ point of view affects many Leftist people, too. From now on, struggles are divided into two as struggle of proletariat and struggle of non-proletariat. Groups, which want to realize the revolution rather than to look for the ways making working class as the determinant of the revolution, see the working classes that act for ‘economic demands’ and thus think that political struggle is out of the proletariat. A lack about executing two struggles together. Political struggle is given to the party and economic demands is brought to working class. There are two separate worlds for petit bourgeoisie organizations that do not accept political struggle from inside of the working class. There is an interesting example for this situation. An intellectual, Temel Demirer, comments and declares that: ‘From now on, there are people at the Center of Ankara, who support others on the highs of Dersim.’ Two separate worlds will unite and there is nothing to do for this unification. People in Dersim will certainly take workers’ support. This quotation explains distortion, at all. Broken struggle lines are being established, rather than being unified all struggles under the ropt of class struggle.
A movement that can be called reformist constituted a center in TEKEL resistance. This center was formed by organizations and political parties such as TKP (Turkey’s Communist Party), ODP (Freedom and Solidarity Party), EMEP (Labor Party) and Halkevleri (People’s Houses). They were established on de facto denial of workers’ own organizations. They did not attempt to constitute worker control and worker councils. They tried to get support by addressing ‘back conscious’ of people.
Secretary General of TKP, Erkan Baş, describes TEKEL workers as real defender of the country. In fact, he considers salvation of TEKEL workers the same with loving the country. Supplying an utopist capitalist Turkey to workers as an aim constitutes program of TKP. National consciousness is made the main part of revolutionary conscious of workers. TKP consciously reduces the struggle down to anti-AKP (Justice and Development Party-governing party of Turkey) rather than an anti-capitalist attitude. It is the AKP Government as target, not Turkish capitalists. On the other hand, TKP refrains from organizing workers. Rather than forming common resistance committees, TKP misleads its root. It is argued inside party that if other organizations’ is suitable with TKP’s political workings. In Short, TKP puts its own benefits in front of benefits of working classes.
Generally, those parties met on a line, which did not contain socialism, and they even did not mention necessary steps to form a worker government that was the cornerstone of a socialist regime. While their social demands did not go beyond capitalism, socialism became a dream of far future. However, the problem is to call slogans that bring us socialist revolution in today’s struggle. Reformist movements mentioned above is incomplete at this point and this is not a surprise. Parties that replace themselves with the workers’ government (TKP and EMEP), or ODP and Halkevleri that do not take proletarian dictatorship even into their utopist agenda do not fulfill all the requirements of class struggle.
People, who stayed at Kadıköy on 2009/1st May and argued supposedly the unity of working class, in fact, could succeed to stay away from the practical duties of this unity in TEKEL struggle. In case of TEKEL resistance, lack of experience and rigging, which was necessary to mobilize working class, appeared. People, who turned their back to KESK, DISK and other Leftist groups that wanted to make Taksim as a celebration square, and who legitimized to organize a meeting in Kadıkoy, did not step towards uniting two struggles and did try to realize the unity of working class under one of the most retrogressive attitude of syndical bureaucracy. The problem here is to transform demands about Taksim into general demands of workers. Those groups, which avoid uniting dynamics of demands about Taksim, continue this wrong attitude when it comes to TEKEL struggle. Proletariat has different strata; each has different level in the struggle. To include them in general struggle is a revolutionary duty. Most of the fights become unsuccessful because of breaking among struggles. To unite these different strata of working class, it is necessary to organize all workers around the demands of struggling workers. That is to say, the problem is to not transform TEKEL workers’ demands into strata of non-strugglers; attitude about Kadıkoy has been lived. People, who thought that they provided unity of working class by excluding others executing to celebrate 1st May at Taksim Square, did the same against TEKEL workers. The reason why whose organizations were quiet was that their attitude towards the workers in general.
Attitudes towards TEKEL resistance take this question into the agenda again and again: what is the route of revolution in Turkey?
Revolution means changing owners of political power. Socialist revolution is a step towards socialist society. On the other hand, socialist revolution has its own features. Socialists do not support coup d’états because they do not aim at giving the power to a party, a central committee or, more mistakenly, a leader. The determining character in struggle for power is the active status of working class. Bolsheviks had the majority of population in Soviets when they were struggling for power. In Russia, workers could gain the power with the support of peasants and later then, they both could resist against the White Army attacks in collaboration with imperialists.
If active participation of working class determines the way to socialist political power, how can this active participation be provided? Working class-political power relationship will not be as a result of a bureaucratic order comes from somewhere else. Increasing in working class’ political power is, at the same time, to transfer the decision mechanism to workers’ own organizations. In this process, the aim is both to provide experience to the workers and to make working class closer to consciousness of the party.
Duty of Bolshevik party in this process is to spread the revolutionary program in working class and to organize workers around this program. But the program does not always affect the working class at the same degree because workers have different levels of conscious in different processes. While it was too difficult to pull a small group among TEKEL workers into a revolutionary program couple of years ago, it is obvious that Left groups can develop much better relations with workers now.
One of the particular points here is that a party, which has a revolutionary program and practice, caught the opportunity to organize among workers. In terms of consciousness, various parts of working class are following a wide road. For instance, terms of “motherland” and “nation” can be dominant in TKP. In this way, ideas that are prevalent among workers can be absorbed in a shorter time. But as the struggle becomes widespread, TKP and its nationalist program appears reactionary. This kind of political parties, which represents economic development, does not even think about self organizations of workers controlling means of production. General consciousness level of workers in progression of and at the end of the struggle, in fact, determines workers’ political representators, too.
One of the duties of revolutionary party at this point is to explain its own program in accordance with the struggle conditions by using agitation and propaganda even in a period that its power is very limited. And especially those realities cause to carry revolutionary party to front. This is ‘to transform the idea that surrounds the mass into a concrete power’ (Karl Marx). Slogans and demands, which are taken into consideration by a very limited number of workers, can become a shocking strength against the political power as a result of progressing struggle. Thus, Marxists do not hide their own aims even in periods in which the struggle is not strong. Main strength of a revolutionary Organization is the correctness and clarity of their political line. Reformist, centralist, guerilla organizations can be stronger than revolutionary worker party because of consciousness of working class. Duty of revolutionary party is to explain Marxist demands and analyses to workers when it is a core structure. Even if there is not a balance between revolutionary party and reformists, this may change in periods of sharpening of struggle.
Even revolutionaries are the weakest, their propaganda and agitation helps workers to see the difference between revolutionary party and others. Comprehension, which decomposes demand of socialism and daily demands, cannot undertake this duty.
Social democrats and reformists just talk about daily demands without talking about socialist society. Working class that believes social problems will be overcome by reforms supports such political parties. On the other hand, anarchist and left-declination groups, which see any daily demand to fail into reformism swamp, talk about the final target, abstractly. They believe that the more talking about it the more being revolutionary. They regard with distain and do not like workers, who do not mention communism. Separate from those groups, there are other groups, which say that they form a revolutionary program by uniting both minimum and maximum demands together. In this way, daily demands and demands of socialist society have only a relationship in terms of staying together in a text. Way that goes to socialism passes from both demands of current struggle and demands, which pave the path for socialist government.
In Tariş struggle, demand to open financial books to workers points out the path going to socialism. This demand is not one, which can only realize in a socialist society. To realize this demand, neither political power nor economic infrastructure has to be changed. In fact, it is an answer to one of the workers’ daily problems; that is to say, it is a just demand to see who is/are responsible of closing factory. This also means a new stage about who has the control over the management of factory. To start controlling financial books means to have a word about the expenditures of factory. To exhibit bosses, who escape from workers and do not take any responsibility, leads the transferring management to workers and transforming the movement into a promoter for such initiatives. While choosing slogans suitable to the concrete conditions of struggle, those slogans also have to include instruments of socialist government. For a long time the Left has not used any other one rather than the slogan ‘General strike, general resistance’. In fact, this has been an empty one of a just slogan. It was just, because it was an important step towards escaping from passivism and breaking the influence of syndical bureaucracy. It was emptied because it did not talk about any concrete step towards preparing the working class to this aim. There was not any step to realize preparation for general strike among workers. There was not any preparation such as arranging common meetings and forming resistance committees. Strike committees were not even in agenda: This proved how a rightful demand could be emptied.
Interventions to objective conditions draw society near socialism. It is indispensible to evaluate existing problems of capitalism from a socialist point of view in order to transfer political power to working class. Capitalism could overcome many deep and effective crises. It succeeded this sometimes by World wars, sometimes by colonial wars, sometimes by enforcing working class to live under worse conditions or sometimes by fascism. That is to say, if it was brought own dynamics of capitalism to be able to overcome crises, it could handle crises in some way. But giving birth to a socialist political power perspective is only possible with an intervention by a revolutionary party. In Turkey, many political organizations use violence to create a crisis and for artificial breaking of balance. To not be able to deepen existing crises in society, in fact, undervalues social objective conditions and appears as a political line, on which the party can move without the working class and it sees working class as a passive class. Or by not telling that there is no struggle for socialism, it puts bourgeoisie Politics arguments. Perhaps struggle for socialism becomes visible as a result of existence of revolutionary situation. Besides, separations such as ‘struggle for socialism’ and ‘not struggle for socialism’ are artificial ones.
To review Lenin's ideas will help to understand Leninism:
So that’s the point! To the Narodovoltsi, the term political struggle is synonymous with the term political conspiracy ! It must be confessed that in these words P. L. Lavrov has managed to bring out in bold relief the fundamental difference between the tactics in the political struggle adopted by the Narodovoltsi and by the Social-Democrats. Blanquist,[10] conspiratorial traditions are fearfully strong among the former, so much so that they cannot conceive of political struggle except in the form of political conspiracy. he Social-Democrats, however, are not guilty of such a narrow outlook; they do not believe in conspiracies; they think that the period of conspiracies has long passed away, that to reduce political struggle to conspiracy means, on the one hand, immensely restricting its scope, and, on the other hand, choosing the most unsuitable methods of struggle.
They think that the fight against the autocracy must consist not in organising conspiracies, but in educating, disciplining and organising the proletariat, in political agitation among the workers which denounces every manifestation of absolutism, which pillories all the knights of the police government and compels this government to make concessions.” (Lenin; RUSYA SOSYAL-DEMOKRATLARININ GÖREVLERİ http://www.scribd.com/doc/9583164/Vladimir-lyic-Lenin-Orgutlenme-Uzerine)
Class struggle in Turkey is defensive struggle at the moment. Several operations are held to defend working rights in work places. Political understanding, which separates processes from each other, cannot be successful in determining tactics and strategy of revolution. TEKEL resistance is a defense struggle to prevent right to work. Which will come after the First 4/C attack? Will workers stay at defense or will they go beyond the existing demands? This is only possible by a Bolshevik party, which does not separate several struggles from each other; perceives any small resistance as a part of the big picture, that is to say, class struggle; puts forth tactics and demands for consideration while defending present rights.
To provide continuousness of demands and struggle inside of each one is the duty of a revolutionary party. Struggles of TEKEL, Tariş, Çimen, Marmaray, shipyard, mining workers will either be run not in relation or be shared. As a result of global crisis of capitalism, countries that have problematic economies like Turkey are strained to accept the most basic demands of working class. ‘Commonalization’ should be made with suggesting general demands of workers as well as organizing in associated councils and committees. Those general demands may be ones such as prohibiting to expel workers and to open companies, which expel workers, to workers’ inspection.
Government in Turkey constantly accuses the Left with dividing the country. AKP government, which provides developing a grudge -among other workers, who earn lesser than TEKEL workers- against TEKEL workers, triggers envy. AKP aims to keep minimum wage at the current level but, on the contrary, it declares workers, who take a little bit as enemies and tries to pull those “high” wages down.
Syndicate is an important economic gain. There is a difference about conscience between member and non-member workers, at the beginning. While one is accepting common struggle even on a reformist basis, the other is abstaining about it. Syndical gains are workers’ gains. Whilst those have to be protected, at the same time, workers have to put their own will and control against syndical bureaucrats. To do so, syndical leaderships must be changed. Secretary General of Türk-İş, Mustafa Kumlu, faced with critics because he could not answer TEKEL workers’ expectation and did behave like a yellow syndicate leader. Actually workers reacted against him, perhaps earlier accepting him as their leader, with their consciousness gained in resistance. Secretary General of Tek-Gıda-İş (Tobacco, Distillery, Food and Co-workers Syndicate of Turkey), Mustafa Türkel, came and went between reaction and putting over shoulders. Türkel, who brought the responsibility to Kumlu by inviting Kumlu to resign, introduced himself as supporter of workers’ rights against Kumlu but it was not questioned that why did not he try to form solidarity in work places, where Tek-Gıda-İş is dominant. In my earlier essays, i stressed both that workers were not mobilized and syndical bureaucracy legalized its passive standing by alleging immobilized workers. Mustafa Türkel stood at classical social democratic line and not at workers’ side openly but opposed yellow syndicates. This opposition was periodical. Bureaucrats, who were together some time ago, perhaps temporarily, had to diverge from each other.
Within the struggle, workers, who attacking forward, enforce their leadership and political parties that support them. In TEKEL resistance, a more positive act from the government may end the resistance but now, expectations are quite high. Attacking forward gives workers to examine political parties to which they trust. AKP was a party that was supported by workers. Many workers were telling this. Because AKP disappointed workers, TEKEL workers became to protest ministers and parliamentarians of AKP. Workers started to protest AKP in several cities of Turkey. Leaping forward also weakens ties between workers and bourgeoisie political parties. Workers’ trust to bourgeoisie political parties, in fact, is a set in front of the struggle. It is workers’ support that strengthens those parties. This support helps capitalist to hold the political power even they are less in number. That is to say, capitalists have helpers. Helpers have other helpers. This sense of trust to bourgeoisie political parties among workers sources from workers’ belief that bourgeoisie political parties can solve problems of working class. This is an abortive trust, in fact. Those political parties will not be able to answer demands of TEKEL workers in further stages of resistance. Revolutionary party that works inside the working class has to evaluate relationship between workers and bourgeoisie political parties. To unite all organizations that support TEKEL workers has this aim. In this way, as a minority, it does not externalize political parties that are trusted by workers. An egocentric approach, which disregards the will of working class; sees itself as the only representator of the class; and shows a sectarian behavior in its works, is an obstacle for common action, which is inevitable.
Leninist behavior against political organizations that talk about practical and theoretical obstacles to not work together is to unite those parties around the struggle of working class. To exclude them from common work just means to strengthen barriers on workers in requesting them. Whilst Lenin foresaw to work with organizations that had different points of views, the Left in Turkey stayed away from each other. Lenin's ideas about common work are below:
“The question may be asked: Why cannot the Soviet of Workers’ Deputies become the embryo of such a centre? Is it because there are not only Social-Democrats in the Soviet? But this is an advantage, not a disadvantage. We have been speaking all the time of the need of a militant alliance of Social-Democrats and revolutionary bourgeois democrats. We have been speaking of it, and the workers have actually done it. It is splendid that they have done it. When I read in Novaya Zhizn a letter from worker comrades who belong to the Socialist-Revolutionary Party,[4] and who protest against the Soviet being included in one of the parties, I could not help thinking that those worker comrades were right in many practical respects. It goes without saying that our views differ from theirs, and that a merger of Social-Democrats and Socialist-Revolutionaries is out of the question, but then there is no suggestion of it. We are deeply convinced that those workers who share Socialist-Revolutionary views and yet are fighting within the ranks of the proletariat are inconsistent, for they retain non-proletarian views while championing a truly proletarian cause. Their inconsistency we must combat, from the ideological point of view, with the greatest determination, but in so doing we must see to it that the revolutionary cause, a vital, burning, living cause that is recognized by all and has brought all honest people together, does not suffer. We still consider the views of the Socialist-Revolutionaries to be revolutionary-democratic and not socialist. But for the sake of our militant aims, we must march together while fully retaining Party independence, and the Soviet i, and must be, a militant organization. To expel devoted and honest revolutionary democrats at a time when we are carrying out a democratic revolution would be absurd, it would be folly. We shall have no difficulty in overcoming their inconsistency, for our views are supported by history itself, are supported at every step by reality. If our pamphlet has not taught them Social-Democracy, our revolution will. To be sure, those workers who remain Christians, who believe in God, and those intellectuals who defend mysticism (fie upon them!), are inconsistent too; but we shall not expel them from the Soviet or even from the Party, for it is our firm conviction that the actual struggle, and work within the ranks, will convince all elements possessing vitality that Marxism is the truth, and will cast aside all those who lack vitality. And we do not for one moment doubt our strength, the overwhelming strength of Marxists, in the Russian Social-Democratic Labor Party.”
( Our tasks and the soviets workers’ Deputies
http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/nov/04b.htm)
Common action gives chance to both reaching masses and addressing people, who trust bourgeoisie political parties. At this point, the main requirement for revolutionary political party is to not give up its own programmatic corrects. To avoid critics is a mistake. This kind of action is also the process of revealing the difference between revolutionary political party and bourgeoisie parties. ın current situation, most of TEKEL workers neither know nor minds the differences of political parties, which stand on the Left side of political spectrum. Common action means to show masses difference between revolutionary party and bourgeoisie parties. Workers can see clearly that who work seriously for workers’ struggle.
TEKEL and other struggles prove that existing political groups cannot execute the leadership of working class. Problems they cannot overcome by personal acts are reacted along with organized resistances. During the last two weeks, there were examples of such acts: a worker in Hacılar town killed mayor, who was a member of MHP (Nationalist Action Party). A worker, who wanted to commit suicide and went up the roof of a building, passed out as a result of his three day long hunger. Suicide attempts, psychological traumas, lunacy are all results of policies practiced by capitalists on workers. And if they are read correct, in some way, those reflect conditions of working class. Such violence trends among workers may become strong as a result of hopelessness. People, who do not see the proletariat as the only revolutionary class and do put other classes or their own political parties instead of the working class, cannot establish relations with the working class on a revolutionary perspective. Revolutionaries do not refuse any kind of action, they evaluate kinds of action in accordance with the struggle of working class. At this point, style of revolutionary action is related to content of action. Violence is at the second place here. Petit bourgeoisie groups make violence the main criterion or revolutionary politics to cover their reformist programs. However, Marxism neither reject nor bless violence. Reformists declare themselves as non-Left- variance because their actions do not contain violence, and declare petit bourgeoisie revolutionaries as revolutionaries because of violence. This wrong attitude is a result of not evaluating acts of workers in terms of coercive styles of the struggle. Petit bourgeoisie political parties politicize reactions given as a result of unorganized state of workers (murder, suicide, lunacy) and carry the action styles of unorganized state of workers into political arena. Unless transforming into an organized power center within the working class, in order to prove its revolutionary stand point, they put the bravery and decisiveness in their actions at the first place. Whilst TEKEL workers do not commit suicide, unorganized workers tend to do so. Steps, which are chosen by a political party organized within the working class, are the action styles of organized workers.
• Councils
To be continued
Suphi Toprak
March 25
4 Nisan 2010 Pazar
Trabzon´a Mektup
Yunanistan'ın Norveç'te düzenlenecek olan 55'inci Eurovision Şarkı yarışmasına Opa adlı şarkı ile katılması başta Trabzonlular olmak üzere pek çok insanın tepkisini çekti.Trabzonluların gösterilen bu tepkilerde başta olması ne kadar ilginç değilmi? Hem de tarihsel süreci incelendiğinde rumların karadeniz ve anadolu coğrafyasında en çok mirasını bıraktığı şehir.Bugün rum dediğinizde,pontus dediğinizde ismi en çok anılan şehir.Yıllarca hoşgörü ve komşuluk ilişkilerinin en güzel yaşandığı şehir.Hani rum türkülerinde hep ismi geçer trabzon'un...İneboludan poti'ye kadar uzanan coğrafyada yaşayan rumlar hep dillendirir trabzonu uğruna ölecek derecede severler,aşıktırlar trabzona çünkü.Aşka ve sevgiye dair nice şarkıları vardır pontusluların. Geriye bakıp hep düşünürler geçmişlerini,yaşadıklarını sonra gözleri dalar uzaklara gözyaşlarıdır bir geriye kalan... Felaketler,sürgünler,soykırım geçmiştir başlarından;ama yıllar var ki ne unutmuşlar geldikleri toprakları nede kemençelerini,türkülerini.Unuttukları tek bir şey vardı:Kin ve düşmanlık...Çünkü yürekleri buna izin vermemiş.Çok uzaklarda yaşamışlar bu özlemi sessiz ve yalnız;ama geride kalanlara hep selam etmişler,birgün olsun unutmamışlardır.Hep geri dönmenin o toprakları,denizi,yaylaları doya doya seyretmeyi,havasını solumayı...Aşka gelipte kemençesini dertli dertli çalmayı yada horon oynamasını,bıçakların dansını... Birkez daha karadenizin hırçın dalgalarında takalarla açılıp,ağlarını denize salmayı ve balık tutmayı...Kim bilir? Kaç zaman umut ettiler geri dönmeyi...Belki birisi sorsaydı onlara"Bugün geri dönmek istermisiniz diye?"Aslında verilecek cevap çok net:-Bir kez olsun düşünmeyiz,tereddüt etmeyiz.
Karadenizlilerin özellikle de trabzonluların tepki vermesi çok üzücüdür.İşte tarihini bilmeyen,okumayan ve toplumsal düşünmeyen dünden bugüne insanlık adına neler kaybettiğimizi anlamayan insanların akibeti ve yunanistana gösterdiği tepki budur.Yanlış anlaşılmasın biz karadenizlileri seviyoruz tüm insanlarımızı,tüm insanlığı seviyoruz ve onun içindir ki kültürümüze sahip çıkıyoruz.Görülmeyen ve anlaşılmayan,bilinmeyen birtakım gerçekleri insanlara anlatmayı kendimize görev bildik.Bunun içindir ki biz karadenizlileri değil;ırkçılığı,tahammülsüzlüğü,ayrımcılığı yargılıyoruz.Çünkü sevmek, bilmek ve tanımakla başlar...
KEMENÇE İSYANI
Mayıs ayında Norveç'te düzenlenecek olan 55'inci Eurovision Şarkı Yarışması'nda Yunanistan'ı temsil edecek ‘Opa’ adlı şarkıda kemençe kullanılması, şarkının ve şarkıcıların kostümlerinin Karadeniz izleri taşımasına Trabzon'dan tepki geldi haberleri basında yer aldı.
Yunanistan'ın Norveç'te düzenlenecek olan 55'inci Eurovision Şarkı Yarışmasına Opa adlı şarkı ile katılması Türkiye'de tepkileri ortaya çıkardı. Şarkıda kemençenin kullanılması, şarkının ve şarkıcıların kostümlerinin Karadeniz izleri taşımasına başta Trabzon'dan olmak üzere bir çok tepki geldi.
Kemençenin ellerinden alındığına inananlar, bu olaya karşı bir milli tepki duyulması gerektiğini söylüyorlar. Ne de olsa Kemençe Karadenizdir, Karadeniz kemençedir. Yunanlılar buna sahip çıkmak istiyorlar. Karadenizin tarihinde bir çok halklar vardır Buu bölgenin en eski halklarından biri olan Pontus Rumları, Karadenizin en temel taşlarından biridir halbuki. O topraklarda yaşayan halk olan Pontus Rumları katliama ugramış, sürgüne gönderilmiş, geride kalan ufak bir azınlığa ise sadece kendilerini saklamak kalmış. Ermeni katliamının devamı sayılan, cok uluslu topraklardan tek dil ve tek ırk oluşturmak isteyen Osmanlı'da 1916'da başlamış ve son aşamalarına 1919'da varmış olan Rumlara yönelik katliamda 300.000 yakın Rum hayatını kaybetmiştir. Türkiye devleti kurulduktan sonra Rum malvarlıklarının ve topraklarının Türkler arasındakı dağıtımına devam edilmiş ve resmi devlet tezi haline getirilmiş bir Anadolu çıkmıştır karşımıza. Türklerden başka hiçbir halkın olmadığı ve olmayacağı toprakların resmi tarih tezleri.
Karadeniz'de olan kültür aynı zamanda bir Rum kültürüdür, halkların ortak kültürüdür. Yunanistan'a göçmek zorunda kalan Rumların yanında götürdükleri tarih ve kültürleri orada yaşamaya devam etmiştir. Her Kemençede bir Rum ezgisi, bir Laz sevdası, bir Türk umudu saklıdır. Bunları ne resmi tarihler ne de devletlerin sınırları ayırabilir. Miliyetci hazeryanlara katılmış olanlar ancak katliamın devamını getirebilir, nedir bu katliamın devamı? O topraklarda Rumların da yaşadığı konusunun ve onların soykırıma ugradığının gündeme gelmesinin engelenmesidir katliamın devamcılığını yapmak. Bunun için bizler, halkların kardeşliğinin, ancak katliamların aydınlatmasıyla olabilceğini biliyoruz. Bunun için önümüzdeki dönemde tarihimizi aydınlatan yazılarada blogumuz da yer verecegiz.
Suphi Toprak
4 Nisan 2010
3 Nisan 2010 Cumartesi
İŞÇİ SINIFININ MÜCADELESİ
· Konseyler
İşçi örgütleri
Üretimdeki işçi kontrolü
2. 3. Enternasyonal”in ilk 4 kongresindeki tutum
Burjuva partileri ile çalışma
Geçiş talepleri
Devrimci partinin rolü
Önümüzdeki süreçteki görevler
· Devrim statejisi
TEKEL mücadelesi, dünya ekonomik krizinin Türkiye'de varmış olduğu durumu ortaya çıkartan bir süreç oldu. TEKEL mücadelesi ile birlikte; KENT İŞ, MARMARAY, TARİŞ, ÇİMEN TEKSTİLDE vb. gibi işçi mücadelerinin yükseldiği bir dönemde, solun kendi devrim statejisini yeniden gözden geçirmesinin zamanı gelmiştir. İşçi sınıfının önderliğine soyunmuş olan partilerin teorilerinin ölçüldüğü nokta, onların zor şartlar altında işe yarayıp yaramadığıdır. Eğerki bir teori yükselen işçi sınıfı ve kriz anlarında işe yaramıyorsa, o teoride bir hata vardır. Marksist teorinin kendisini bu noktada diğerlerinden ayıran nokta kesindir, kriz ve yükselen işçi sınıfı hareket dönemlerinde işlevseldir.
Aslında Türkiye'deki bir çok hareket, TEKEL mücadelesinde sessizce dönemi geçirme taktiği uyguladı. Aktif olanlar ise, daha çok TEKEL işçilerinin kurmuş olduğu çadır kentdeki somut dayanışma içerisinde yer aldılar. Burada bir çok işçinin sola karşı olan önyargılarını kırabildiler. Bu yazının amaçlarından biri de TEKEL mücadelesinin getirmiş olduğu tecrüberin ışığında, devrimci partinin ve soldaki diğer teori ve pratiklerin gözden geçirilmesidir.
Somut olarak TEKEL mücadelesinde şu ortaya çıktı; Leninist bir ilke olan, işçi sınıfına bilinç taşıma özeliği, aslında işçi sınıfının siyasal örgütlere bilinç taşımasına dönüştü. Bu da mevcut siyasal örgütlerin böyle bir mücadeleye hiçbir şekilde hazır olmadığının göstergesidir. Hele ki Leninist bir anlayışla olması gereken bir partinin olmadığı, bu basit durumla ortaya çıktı. İşçi sınıfın spontane bilinciyle yaptığı eylemler ve devrimci parti ile arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Ama TEKEL mücadelesinde bu tek yanlı bir duruma dönüşmüştür, çünkü işçi sınıfı var iken, devrimci bir işçi partisi somut olarak yoktur.
Ama asıl konuşulması gerekilen konu, devrime giden yolun nasıl bir yol olduğudur. Bu konuda savunulan düşünceleri ilk başta bir gözden geçirmek gerekli. Türkiye'deki mücadeleyi işçi sınıfının dışındaki güçlerle yapılacağını söyleyen hareketlerin, Tekel mücadelesinde pasif kalması aslında eşyanın tabiatına uygundur. İşçi sınıfını, kapitalizmi aşabilecek tek sınıf olmaktan çıkartıp, diger sınıflar ve mücadelerle aynı dereceye indirme eğilimi var.
Aslında tüm küçük burjuva hareketleri şu noktada birleşiyorlar; İşçi sınıfının mücadelesinin önemi sıradanlaştırma ve işçi sınıfını diğer sınıflarla eşdeğer tutmakta. Anarşist hareket soyut bir insan profili yaratıp, toplumsal değişimlere gerek kalmadan bireyin iç dünyasında yaratılan devrimci süreçleri hedeflemektedir. Şehir gerilacılığını savunanlar ise, gerekli kararlılığa kavuşmuş 'çelik disiplinli' bir örgütlenmenin işçi sınıfının somut durumunu anlamaya gerek kalmadan, öncü gücün önderliğinde devrime gidilebileceğini savunmaktadır. Bu mücadele içersinde 'çelik disiplinli' bu örgütlenmenin mücadelesine destek verilebilecek işçi desteği önemlidir. Küba'da Che ve Fidel mücadele ederken, işçi sınıfı da ayaklanmış ve devrim gerçekleşmiştir. Che ise Bolivya'da işçi komünist partinin Che'ye destek vermemesi ile yaşamını yitirmişti. Yani bu iki mücadele birbirinden iki ayrı dünyanın mücadeleri olarak kavranılmış ve devamı getirilmişti. İşçi sınıfı pratikte ancak öncü güçün destekleyicisi konumuna indirgenmiştir. Bu pasiflik içersinde kavranan işçi sınıfının 'çelik iradaye' sahip olan bu tür küçük burjuva partileri olmadan harekete geçebilmesi düşünülemez. İşçi sınıfının kendi örgütlenmelerini yaratma ihtimalinden bile bahsedilmez.Öncü gücün çelik iradesiyle sosyalizme ulaşacaklarına inanırlar, ama işçilerin TEKEL mücadelesinde kendi grev komitelerini kurabilceğine inanmazlar.
Kır gerilalarını savunan MKP ise TEKEL sürecinde şunları belirtmiştir: ' Halk Savaşının tüm siperlerinde teorik pratik, genel ve somut güncel mücadelemizi geliştirerek ilerleteceğiz.' (MKP 101 nolu açıklama) İşçi sınıfın mücadelesi herhangibi bir siper. Artık işçi sınıfı onlar için devrimi yapacak sınıf değil, şematik kalıpların arkasına sıkıştırılmış formüllerin gerçekliğini (Feodal komprador bürokratik burjuvazi önderliğindeki faşist Kemalist Türk devletine yedeklenen emperyalist patentli işbirlikçi sarı sendikalara karşı da uyanık olmak!!!.) kanıtlamak için gerçeğin çarpıtılarak sunulmasıdır. MKP, işçi sınıfından öğrenmeli derken bile, aslında sadece işçi sınıfından uzakta, soyut slogan atmaktan ileri gidememektedir. Şu sloganları MKP ön plana çıkarmıştır:
''Proletarya Önderliğinde Halk İktidarı Mücadelesinde Birleşelim!
Yaşasın Tekel İşçilerinin Meşru Demokratik Hak Alma Direnişi ve Mücadelesi!
Yaşasın İşçi ve Emekçilerin Birliği-Dayanışma ve Mücadelesi!
Biz Kazanacağız, Halk Kazanacak, Halk Savaşı Kazanacak! ''
Aslında bu soyut sloganlar, basma kalıp sloganların ortaya atılması aslında, işçi sınıfının TEKEL mücadelesinde hiçbir hazırlığı olmayan ve işçi sınıfının bu mücadelesine uzaktan bakanların tavrından başka birşey değildir.
İşçi sınıfının içinden gelişen bir hareket yerine kendinisini işçi sınıfı yerine ikame ettiren öncü güç, gerilla grupları ile yürütülecek bir çalışma geleneğinden kaynaklı bir somut sonuç var. Bu grupların ilgi alanın dışında kalan işçi sınıfının mücadelesine bakış açıları, sol içersinde bir çok kişiyide etkilemiştir. Artık mücadeler, işçi sınıfının mücadelesi ve diğer mücadeler diye fiili ikiye ayrılmış durumdadırlar. İşçi sınıfının devrimci mücadelede belirleyici sınıf olmasının yollarını aramaktan daha çok, kendi güçleri ile devrimi gerçeleştirmek isteyen güçler, işçi sınıfını baştan itibaren 'ekonomik talepler' üzerinden hareket eden bir sınıf olarak gördükleri için, politik mücadeleyi işçi sınıfı dışındaki kendi yapılarına verirler. İki mücadelenin birlikte yürütülmesi konusunda eksiklik oluşur. Politik mücadele fiili olarak partinin eline verilir ve işçi sınıfına ekonomik taleple mücadele etme gömleği giydirilir. İşçi sınıfının içerisinde odaklanmış ve buradan politik mücadele etmeyi kabul etmeyen küçük burjuva örgütleri için iki ayrı dünya vardır. Bunun ilginç örneklerinden biri mesela şudur. TEKEL mücadelesi için yorum yapan aydın Temel Demirer şu demeci verdi:'Dersim'in yüksekliklerinde olan insanlara, Ankara'nın göbeğinde omuz veren işçiler var artık." İki ayrı dünya bir şekilde bir araya gelecektir, bunun için ekstra bir şey yapılmasına gerek yoktur, Dersim dağlarında olanlar elbet birgün işçi sınıfınındesteğini alacaktır ve işçiler onlara omuz verecektir. Bütün bu çarpıklığı bu söz son derece iyi anlatmaktadır. Tüm mücadeleri sınıf ekseninde birleştirilmesi yerine, birbirinden kopuk bir mücadeleler hattı kuruluyor bu şekilde.
TEKEL Mücadelesinde bir çıkış noktasını ise reformist diyebileceğimiz odak noktası oluşturdu. TKP, ÖDP, Halkevleri, EMEP gibi parti ve örgütlerdir bunlar. Çıkış noktaları itibariyle, işçi sınıfının kendi öz örgütlülüklerinin fiili inkarı üzerine kurulmuşlardır. İşçi denetimine ve konseylerine gidecek yol için herhangibi bir girişimleri olmamıştır. Bilinç olarak kitlenin geri bilincine seslenerek, güç kazanılmaya çalışılmıştır.
TKP başkanı Erkan Baş yaptığı konuşmada, TEKEL işçilerini vatanın gerçek savuncusu yapmıştır. Aslında TEKEL işçilerinin kurtuluşunu daha çok vatanı sevmekle bir tutmuştur. Emperyalizmden kopartılmış bir ütopik kapitalist Türkiye'nin hedef olarak işçilere sunulması TKP programını oluşturmaktadır. Ulusal bilinci, işçi sınıfının devrimci bilincinin ana unsuru haline getirilmiştir. TKP mücadeleyi bilinçli olarak AKP hükümetine indirgemiştir, anti kapitalist bir tavır yerine anti AKP tavrı geliştirilmiştir. Türk sermayesi değilde, AKP hükümeti hedefin ana noktasına oturtulmuşdur.
Politik hedefleme olarak TEKEL mücadelesi ve işçi mücadelesinde bir AKP karşıtlığına sıkıştırılmış bir politik hat ile kendini belirtirken, işçi sınıfının atması gereken adımları örgütlemekten bilinçli bir geri duruş vardır. Ortak direniş komitelerini kurmak yerine, kendi tabanların gözünü boyamakdan başka birşeye girişilmedi. Diğer kurum ve kuruluşların kendi politik çalışmalarına uygun olup olmadığı tartışıldı. Kısacası; işçi sınıfının çıkarının önüne kendi parti çıkarlarını koydular.
Genelikle sosyalizm hedefinin olmadığı bir çizgide buluştu bu partiler, sosyalist rejimin temel taşı olan işçi iktidarının oluşumu için gerekli olan adımlardan bahsedilmedi bile. Bir yandan toplumsal talepleri kapitalizmin ötesine gitmeyen talepler olarak sınırlanırken, sosyalizm uzak geleceğin bir hayali olarak kaldı. Halbuki sorun günümüz mücadelesinde sosyalist devrime gidecek olan sloganları atabilmektedir. Reformist hareket olarak nitelendirebilceğimiz bu hareketlerin burada eksik kalmaları bir şans değil. İşçi sınıfının iktidarı yerine ya kendi partilerinin iktidarını koyan (TKP, EMEP) ya da halk iktidarı diyerek; Proleterya diktatörlüğünü ve işçi sınıfını bile utopik gündemlerine almayan bir noktada buluşan (ÖDP, Halkevleri), işçi sınıfının mücadelesinin hakkını verememektedir.
2009 1 Mayıs'ında Kadıköy'de kalıp, işçi sınıfının birliğini sözde savunanlar, aslında TEKEL mücadelesinde işçi sınıfının birliğinin pratik görevlerinden uzak durmayı çok iyi başarabilmişlerdir. İşçilerin mücadelesinde TEKEL işçileri öne çıkmış iken, işçi sınıfı içerisindeki kesimleri harekete geçirebilmek için gerekli olan donanım ve tecrübe eksikliği ortaya çıkmıştır. Taksimin kazanılması için mücadele eden Disk ve Kesk ile solun geri kısmına sırt çeviren, Kadıköyde katılımı doğru sayan, bu iki mücadelenin birleşmesi için atılması için gereken somut adımları, Kadıköy'dekiler atmadığı gibi, işçi sınıfının birliteliğini, sendika bürokrasisin en geri duruşunda gerçekleştirmeye çalıştılar. Taksim için mücadele edenlerin talepleri etrafında, tüm işçi sınıfının genel mücadelesinin taleplerine dönüştürmektir mesele burada. Taksim mücadelesinin dinamiğini, genel işçi talepleri ile birleştirmekten itina ile kaçınan bu gruplar, TEKEL mücadelesinde de bu hatalı tutumlarını devam ettirmişlerdir. İşçi sınıfı değişik katmanlardan oluşmaktadırlar, bunların mücadele içersinde bulundukları seviye farklıdır. Bunların mücadeleye dahil edilmesi ise bir devrimci görevdir. Çoğu mücadele, birbirinden kopuk gerçekleştiği için başarısızlığa uğramaktadır. İşte işçi sınıfının bu çeşitli katmanlarının biraraya getirebilmek için gerekli olan, işçi sınıfının mücadele eden kesminin talepleri etrafında örgütleyebilmektir, yani TEKEL işçilerinin taleplerini, mücadele etmeyen işçi sınıfının katmanların taleplerine dönüştürmek meselesi değildir, yani Kadıköydeki tutumun pratik sonuçları yaşanmıştır. Kadıköy'de işçi sınıfının birliğini, Taksim mücadelesini yürütenlerini dışlıyarak gerçekleştirdiğini zannedenler, aynı pasifize tutumu mücadele eden TEKEL işçilerine karşı takındılar. Bu mücadelede bu örgütlerin seslerinin duyulmaması aslında mücadele eden işçilere karşı tutunan genel çizgilerinin devamıdır.
TEKEL mücadelesindeki alınan çeşitli tutumlar, şu soruyu tekrar tekrar gündeme getirmektedir; Türkiye'de devrimin rotası nedir?
Devrim, politik iktidarın el değiştirmesidir. Sosyalist devrim, sosyalist toplumun inşası için bir adımdır. Yalnız bu sosyalist devrimin kendine has özellikleri vardır. Sosyalistler darbe yanlısı değillerdir, çünkü sosyalistlerin amacı iktidarı partinin ya da bir merkez komitenin ya da daha yanlışı bir önderin ele geçirmesini amaçlamaz. İktidarın ele geçirilme sürecinde belirleyici olan işçi sınıfının bu mücadeledeki aktif konumudur. Bolşeviklerin iktidarı ele geçirdiği süreç içerisinde sovyetlerdeki çoğunluk kendi tarafındaydı. Rusya'da işçi sınıfı, köylülerin desteğiyle iktidarı alabilmiş ve daha sonrasında beyaz ordunun emperyalistlerle olan saldırılarına karşı gelmişlerdir.
Sosyalist iktidara giden yolu, işçi sınıfının aktif katılımı belirliyorsa, bu aktif katılım nasıl sağlanmalıdır? İşçi sınıfının iktidar ile olan ilişkisi bir gün bir yerlerden gelecek bürokratik bir emirle olmayacaktır. İktidarın ele geçirilmesinin öncesinde ve sonrasında işçi sınıfının politik gücünün artması karar mekanizmalarının işçilerin kendi örgütlenmelerine devir edilmesidir aynı zamanda. Bu süreç içersinde hem işçi sınıfının tecrübe kazanması, hem de bilinç olarak işçi sınıfının geniş kesimlerinin öncü kesimi oluşturan partinin bilincine yaklaştırılması sürecidir.
Bolşevik partinin bu sürecteki görevi, devrimci programın işçi sınıfı içinde yayılması ve bu programın etrafında işçilerin örgütlenmesidir. Bolşevik partinin programı ama her zaman her koşul altında işçi sınıfını aynı derece etkilemez, çünkü işçilerin bilinç olarak çok farklı oldukları süreçler vardır. TEKEL işçileri içersinde birkaç yıl önce belki çok dar bir grubu devrimci bir programa çekmek zor bir iş iken, mücadeleye başladıkları zamandan sonra çeşitli sol grupların bu dönem içerisinde işçilerle çok daha iyi bir ilişki geliştirebilecekleri ise aşikardır.
Buradaki hussulardan biri, devrimci bir program ve pratiğe sahip bir partinin çok kısa işçiler arasında örgütlenme fırsatının doğmasıdır. Bilinç olarak işçi sınıfının çeşitli katmanları çok geniş yol izlemektedir. Örnegin toplumda var olan vatan, ulus kavramları, kendi hakimiyetlerini TKP'de devam ettirebilmektedir. Böylelikle işçiler içersinde zaten hakim olan düşüncelere uygun olan düşünceler çok daha kısa sürede rağbet görebilmektedir. Ama mücadele genişlediği sürece, TKP nin ve onun ulusalcı programının aslında gerici bir program olduğu ortaya çıkar. Kalkınmacı ekonomik programın temcilcileri olan bu tür partiler, işçilerin kendi öz örgütlenmeleri ile üretim araçlarını denetimlerine almalarını düşünemez bile. Mücadelenin gelişimi ve bittiği yerdeki genel bilinç seviyesi aslında onların siyasi temsilcilerini de belirler.
Devrimci partinin buradaki görevlerinden biri, gücünün son derece cılız olduğu dönemde bile politik ajitasyon ve propaganda ile kendi programını mücadele şartlarına göre anlatılmasıdır. Ve tamda bu gercekleri, işçi sınıfı içersinde doğruları sayesinde devrimci partinin öne çıkmasını sağlar. 'Kitleyi saran düşüncenin maddi bir güce dönüşmesidir'' (Karl Marx). İşçi sınıfı içersinde uzun bir süre ancak cılız bir kesim tarafından dikkate alınan sloganlar ve talepler mücadelenin gelişmesi ile iktidarı sarsacak bir güce dönüşebilmektedir. O yüzden, mücadelenin düşük seviyelerde seyretiği dönemlerde bile marksistler kendi hedeflerini saklamazlar. Devrimci örgütlenmenin ana gücü siyasal cizgisindeki netlik ve doğruluktur. Reformist, merkeziyetci, gerilacı örgütler, işçi sınıfının bilinci ile alakalı olarak devrimci işçi partisinden daha çok güce ve imkana sahip olabilir. Devrimci partinin görevleri çekirdek bir yapılanma iken marksist talepleri ve analizleri işçi sınıfına anlatabilmektir. Reformistlerle güç dengesizliği mevcut koşullarda olsa bile, bu mücadelenin keskinleştiği dönemlerde çok kısa sürede değişebilmektedir.
Devrimciler en güçsüz oldukları dönemde bile propagandalarını ve ajitasyonlarını yapmaları, işçi sınıfının devrimci parti ve diğerleri arasındaki farkı görmesine yardımcı olur. Sosyalizm taleplerini ve günlük talepleri birbirinden ayıran anlayış bu görevi üstlenemezler.
Sosyal demokrat ve reformistler, sosyalist toplumun taleplerini dile bile getirmeden, günlük talepleri gündeme getirirler.Toplumsal sorunların reformlarla aşılacağına inanan işçi sınıfı bu partilere destek vermektedir. Diğer bir taraftansa, herhangi bir günlük talebi reformizmin batağına saplanmak olarak gören anarşist, sol sapma gruplar soyut bir şekilde devamlı nihai hedefin taleplerinden bahsederler. Ne kadar çok bundan bahsederlerse, o kadar çok devrimci olunacağına inanırlar. Komünizmden bahsetmeyen işçiyi hor görürler ve beğenmezler. Bundan ayrı olarak bu iki ayrı programı yanyana getirip, hem asgari hem de azami talepleri yan yana ekleyince, devrimci bir program oluşturulduğunu söyleyen gruplar da mevcut. Böylelikle gündelik sorunların talebi ile sosyalist toplumun talepleri birbiriyle sadece aynı yazıda yer almaktan başka hiçbir bağlantısı olmayan bir konuma gelirler. Sosyalizme giden yol, günümüzdeki mücadelerdenin taleplerin aynı zamanda sosyalist iktidarın yolunu açan taleplerden geçer.
Tariş mücadelesinde işçilerin mali defterlerinin denetime açılmasını talep etmek sosyalizme giden yolu işaret eden bir talepdir. Bu talep sadece sosyalist toplumda gerçekleşmesi mümkün olan bir talep değildir. Bu talebin gerçekleşmesi için aslında ne politik iktidarın ne de ekonomik altyapının değişmesi zorunludur. Aslında işçilerin gündelik sorunları içerisinde önemli bir soruna da cevaptır; yani fabrikanın kapatılıp, işçilerin atılmasında kimin suçu olduğunu net görmek için haklı bir taleptir. Bu talebin gerçekleşmesi aynı zamanda, fabrikada kimin söz sahibi olduğu noktasında yeni bir aşamanın habercisidir aynı zamanda. Mali defterleri kontrol etmeye başlamak, fabrikadaki giderler üzerine de söz sahibi olmak anlamına gelmektedir. Fabrikanın iflas etmesinde bile hiçbir şekilde sorumluluk almadan işçilerden kaçan patronların teşhir edilmesi, işyerinin işçilere devredilmesinin ve işçi sınıfının bu tür olası girişimlerini destekleyecek bir harekete dönüşmesinin yolunu açar.
Mücadelenin somut şartlarına uygun sloganları seçerken, aynı zamanda bu sloganların kendi içersinde sosyalist iktidarın ögelerini taşımasını seçmekte gereklidir. Uzun bir süre sol 'Genel Grev, Genel Direniş' sloganından başka bir şey atamadı. Aslında bu slogan doğru bir sloganının, içinin boşaltılmış haliydi. Doğruydu çünkü, işçi sınıfının pasifize edilmiş halinden kurtulması ve sendika bürokrasisin etkisini kırabilme imkanını ortaya çıkmasının bir önemli adımıdır. İçi boşaltılmıştı, çünkü işçi sınıfının bu slogana nasıl hazırlanması noktasında herhangi bir somut adımdan bahsedilmiyordu. Genel Grevin hazırlıklı geçmesi için işçi sınıfının geniş kesimleri içinde gerekli çalışmalardan bir adım yoktu. Ortak toplantılar, TEKEL direniş komiteleri kurmak gibi 'Genel Grev, Genel Direniş'in hazırlığını yapacak adımlardan bir eser yoktu. Grev komiteleri gibi unsurlardan bahsedilmiyordu bile. Bu ise doğru bir talebin bile ne kadar içi boşaltılabileceğini gösteriyordu.
Objektif şartlara yapılan müdahaleler ile devrime bir adım daha yaklaşmanın yolu açılır. Politik iktidarın işçi sınıfına geçmesi için, kapitalizmde mevcut olan sorunların sosyalist bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Kapitalizm, tarihi boyunca bir çok derin ve etkili krizlerini atlatabilmiştir. Kah bunu dünya savaşları, kah bunu sömürge savaşları kah bunu işçi sınıfının daha kötü şartlarda yaşamaya zorlamakla kah faşizme gitmekle atlatabilmiştir. Yani kapitalizmin krizlerinden çıkıp çıkamayacağı konusu kapitalizmin kendi dinamizmine bırakılırsa, bir şekilde atlatabilmektedir. Fakat bir devrimci partinin müdahalesiyle mevcut krizlerden sosyalist iktidar perspektifi çıkması olanaklı hale gelir. Türkiye'de bir çok örgütlenme siyasi kriz çıkartabilmek için suni denge bozulması için siddete başvurulur. Toplumdaki mevcut krizlerin derinleştirilmesi yönünde gerekli adımları atamama, aslında toplumsal objektif şartların göz ardı edilip, yerine partinin işçi sınıfına gerek kalmadan hareket edebildiği ve işçi sınıfının edilgen bir sınıftan öteye gitmeyen görevselliği verdikleri bir politik hat ortaya net bir şekilde çıkar. Ya da mevcut koşullarda sosyalizm mücadelesi olmadığını söylereyerek, burjuva politikaları yapılmasının argümanları çıkartır. Sosyalizm mücadelesi belki devrimci durumun iyice ortaya çıkması ile iyice gün yüzüne çıkar. Onun dışında, sosyalizm mücadelesi ve sosyalizm mücadelesi degil diye ayrımlar yapay ayrımlardır.
Lenin”in bu konudaki görüşlerine bakmak leninist düşünceyi anlamakta yardımcı olacaktır.
''İşte sorun budur! Narodovoltsi için siyasi mücadele deyimi siyasi komplo ile bir ve aynıdır. Burada itiraf edilmelidir ki, P.L. Lavrov bu kelimelerle, Sosyal-Demokratlar ve Narodovoltsi tarafından kullanılan siyasi mücadelede taktikler arasındaki esas ayrılığı cesur bir ferahlıkla ortaya getirmiştir. Birincisinde Blanquist komplocu gelenek korkutucu bir şekilde güçlüdür, o kadar ki, siyasi komplo dışında bir siyasi mücadeleyi akılları alamamaktadır. Mamafih Sosyal-Demokratlar, böylesi bir dar bakıştan suçlu değildirler, onlar komplolara inanmazlar, onlar, komplolar döneminin çok önceden bittiğini, siyasi mücadeleyi komplolar seviyesine indirgemenin bir yandan, onun sahasını son derece kısıtlamak ve diğer yandan en uygunsuz mücadele metotlarını seçmek anlamına geldiğini düşünürler....
Fakat onlar bu mücadelenin komplocular tarafından değil, işçi sınıfı hareketini temel alan bir -devrimci parti tarafından yürütüleceğini her zaman düşündüler ve düşünmeye devam ediyorlar. Onlar, istibdada karşı mücadelenin komplolar örgütlemekten değil, proletaryayı eğitmek, disiplin altına almak, ve örgütlemekten, mutlakiyetin her belirtisin reddeden ve polis hükümetinin bütün şövalyelerini teşhir eden ve bu hükümeti tavizler vermeye zorlayan işçiler arasındaki siyasi ajitasyondan oluştuğunu düşünür...
...onların sosyalizm için mücadele görevini hiç bir zaman siyasi özgürlük için mücadele görevinden ayırmadığını anlayacaktır...
...St. Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Ligası’nın yürüttüğü faaliyet tam da bu türden bir faaliyet değil midir? Bu örgüt, proletaryanın sermayeye ve istibdad hükümetine karşı sınıf mücadelesine hiçbir komplo düzenlemeden önderlik eden ve gücünü sosyalist ve demokratik mücadelenin St. Petersburg proletaryasının tek, bölünmez sınıf mücadelesinde birleşmesinden alan işçi sınıfı hareketi üzerine temellenmiş bir devrimci partinin nüvesini temsil etmemekte midir!...
(Lenin; RUSYA SOSYAL-DEMOKRATLARININ GÖREVLERİ http://www.scribd.com/doc/9583164/Vladimir-lyic-Lenin-Orgutlenme-Uzerine )
Burada Lenin'in karşı çıktığı siyasi çizgi parti ile işçi sınıfının ilişkisini kopartan, parti'nin işçi sınıfından kopuk komplocu bir anlayışa indirgenmiş siyasal çizgidir. Bu siyasi akımların kendini Leninist diye tanımlıyabilmeleri için tek yol şimdiye kadarki siyasal çizgilerinden vazgeçmeleridir. Mücadele şartlarına göre en uygunsuz mücadele metotlarını seçmeleri bu partilerin hala ortak özeliğidir. Mücadelerin ortaklaştığı bir politik program ve örgütlenme yerine işçilerin kaderlerine terk edilerek, kendilerin onlar adına mücadele ettiği bir siyasal hat kurulmaya çalışılmaktadır.
Sorun sol adına iktidarı ele alabilmek değildir salt. Çeşitli örgütlerin iktidarı ele alabildiklerini gördük, sorunun kapitalist ilişkilerinin işçi sınıfı iktidarının kurulması ve kapitalist devletin sönmesi idi. Bu olmadığı gibi kalkınmacı devlet bürokrasisinin kanatları altında gelişen bir ülkeler zinciri karşımıza çıktılar. Biz iktidarın alınamayacağını söylemiyoruz, sadece bu şekil ele alınan iktidarların sosyalist topluma geçişi sağlayacak sosyalist devrim olamayacağını söylüyoruz.
Taleplerin ve mücadelenin birbiri içersindeki sürekliğini sağlamak devrimci bir partinin görevidir. TEKEL, TARİŞ, ÇİMEN, MARMARAY, TERSANE, MADEN işçilerin mücadeleri vs. ya birbiriyle alakasız zamanlarda ve şartlarda yürütülecek ya da bunlar ortaklaştırılacaktır. Kapitalizmin global krizinin sonuçları olarak Türkiye gibi ekonomileri zorda olan ekonomiler, işçi sınıfının en basit taleplerini yerine getirmekte zorlanmaktadır şu an. Bu ortaklaşma İşçi sınıfının genel taleplerinin ortaya atılması ile beraber; işçilerin konseylerde, komitelerde, ortak komitelerde birbiriyle bağlantılı olarak örgütlenmesi ile de olur. Bu genel talepler, işçilerin işten çıkarılmasının yasaklanması, işçi çıkartan kurumların işçilerin denetimine açılması gibi talepler olabilir.
İkide bir Türkiye'de hükümet solcuları ülkeyi bölmekle suçlar. TEKEL işçilerin aldıkları maaşları bahane ederek, onlar kadar alamayan işçilerin TEKEL işçilerine kin tutmasını sağlayan AKP hükümeti kıskançlık, kin duygularını tetiklemektedir. Milyonlarca insanın asgari ücret ya da onun altında maaşla yaşadığı bir ülkede, bu insanların maaşlarını yükseltmeyip, tam tersine biraz yüksek alanları düşman ilan edip, onları da asgari ücrete ve herhangi bir hak dahi vermeden çalıştırmayı hedeflemektedir.
Sendikal mücadele işçi sınıfının ekonomik talepler çercevesinde önemli bir kazanımdır. Sendikasız işçiler ve sendikalı işçiler arasında bir bilinç farkı baştan bulunmaktadır. Biri ortak mücadele etmeyi reformist bir önderlikle olsa da kabul etmiş iken, diğeri ise ortak mücadele konusunda çekimser kalmıştır. Sendikal kazanımlar işçi sınıfının kazanımlarıdır. Bunların korunması gerekirken, aynı zamanda işçilerin sendikal bürokratlarına karşı kendi denetimlerini ve iradelerini ortaya koymaları gerekmektedir. Bunun içinde sendikal önderliklerin değişmesi gerekmektedir. Türk-İş başkanı Kumlu, TEKEL işçilerinin beklentilerini karşılayamadığı ve mücadelenin gelişen aşamalarında hükümet yanlısı sendika bürokratı karakterine uygun davrandığı için şiddetli tepkilerle karşılaştı. Aslında bu işçilerin mücadele içerisinde gelişen bilinçleriyle, belki bir süre önce kendi başkanları olarak da gördükleri Kumlu'ya tepkilerini yöneltiler. Tekgıda-İş in başkanı Mustafa Türkel ise tepkiler ve omuza almalar arasında gidip geldi. Olayın sorumluluğunu Kumlu'ya yaptığı istifa manevrasıyla bırakan Türkel, işçilerin mücadele içersinde haklarını Kumlu'ya karşı savunan bir cizgide olduğunu göstermeye çalışırken, neden en azından Tekgıda İş’in aktif olduğu işyerlerinde TEKEL işçileri ile ilgili ciddi bir dayanışma oluşturulmadığı sorusu gündeme bile gelmemektedir. Önceki yazılarımda, işçi sınıfının mücadele içersinde hem bürokrasi tarafından harekete geçirilmediğini hem de bürokrasinin bu harekete geçirilmemiş işçi kesimlerini de bahane ederek, kendi pasif cizgilerini haklı çıkartmaya çalışmaktadır. Mustafa Türkel mücadele içersinde klasik sosyal demokrak cizgide bulunarak, açıktan açığa işçinin değilde, AKP hükümetinin yanında alan sendikalara karşıda bir tavır almıştır. İşte bu karşı tavır alış dönemseldir. Birsüre öncesine kadar beraber olan bu bürokratlar, TEKEL mücadelesi içersinde belki geçici de olsa ayrışmak zorunda kalmıştır.
Mücadelenin içinde ileri doğru hamle yapan işçi sınıfı aynı zamanda kendi bürokratlarını ve destekledikleri siyası partileri de hamle yapmaya zorlarlar. İşçi sınıfı ileri hareket etmek zorunda bırakılır. TEKEL mücadelesinde, hükümetin daha olumlu bir tavrı, belki mücadele başlamadan bitmesine neden olabilir iken, artık işçiler için bir çok beklenti yukarı çekilmiş hale gelmiştir. İşçilerin ileri hamleleri, aynı zamanda güven duydukları partileri sınama fırsatı verir. AKP hükümeti kesinlikle TEKEL işçileri tarafından da desteklenen bir partiydi. Bunu bir çok işçi zaten kendisi söylemekteydi. AKP’nin işçilerin beklentilerini boşa çıkartması, TEKEL işçileri AKP bakanlarını, milletvekillerini gördükleri yerde protesto eden bir hale gelmiştir. Türkiye'nin çeşitli illerinde işçiler artık AKP karşıtı eylemlere imzalar atmaktadır.
İşçi sınıfının ileriye hamle yapması, aynı zamanda burjuva partileri ile olan arasındaki bağları zayıflatır. Burjuva partilerine işçilerin duydukları güven aslında mücadelenin başarıyla sonuçlandırılması önünde bir engeldir. Bu partileri güçlü kılan işçi sınıfının içinde bu partilere verilen destektir. Kapitalistlerin sayıca azınlık olmasına rağmen iktidarda tutan onlara işçi sınıfı ve kücük burjuva içindeki destektir. Yani kapitalistlerin yardımcıları var. Yardımcılarının yardımcıları var. İşçi sınıfı içersinde burjuva partilerine karşı olan bu güven duygusu, aslında onların programlarının kendi sorunlarına cözüm getirecegine olan güvendir.
Bu güven aslında boş bir güvendir. TEKEL işçilerinin mücadelenin ilerleyen aşamalarındaki taleplerine bu partiler cevap veremeyecektir. İşçi sınıfı içersinde çalışan devrimci parti, işçi sınıfının burjuva partileriyle olan ilişkisini de değerlendirmek zorundadır. TEKEL mücadelesine destek veren tüm örgütlerin ortak bir TEKEL dayanışma platformunda buluşturulması bu amacı taşımaktadır. Böylelikle azınlık bir grup olarak, işçi sınıfının büyük bir coğunluğunun güven duyduğu partileri dışlamak hatasına düşmez. İşçi sınıfının iradesini hiçe sayarak, kendisini tek temsilci olarak gören ve yaptığı çalışmalarda sekter bir davranışla merkeziyetci yaklaşım, işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesi ve güçlenmesi için zorunlu olan ortak çalışma önünde engeldir.
TEKEL mücadelesinde ortak çalışmamak için her türlü pratik ve teorik engelleri sıralayan örgütlerin tersine Leninist tutum, bu partileri işçi sınıfının mücadelesi etrafında toplamaktır. Onları bu ortak çalışmanın dışında tutmak, işçi sınıfının onları tanımasındaki engelleri güçlendirmektir sadece.İşçi sınıfının mücadele organlarında olan İşçi konseylerin de bile Lenin diğer görüşte olan işçi ve partileri ile beraber çalışmayı öngörürken, sol TEKEL mücadelesinde birbirine selam vermemek için tüm politik ve siyasal güçünü kullandı.
Lenin'in işçi konseylerindeki ortak çalışma ile ilgili görüşleri şunlar:
''Neden İşçi Temsilcileri Sovyeti”nin böyle bir merkez olmaması sorusu ortaya çıktı. Cünkü sovyetlerde sadece sosyal demokrat işçiler oturmuyorlar. Bu bir eksi değildir aksine bir artıdır. Biz her zaman dedik ki, sosyal demokrat işçilerinin burjuva devrimci demokratlarıyla mücadeleci ortak çalışması zorunludur diye. Biz onu dedik,fakat işçiler onu yaptılar. Onu yapmaları ise harikadır. Fakat ''Novaya Zhizn' da sosyal devrimci partiye mensup bir işçi yoldaşın sovyetlerin bir partiye dahil edilmesini eleştiren mektubu okuduğumda, beni bu yoldaş işçinin bir çok noktada somut olarak haklı olduğu düşüncesi sardı. Tabiki bir çok konuda bizim ve onların düşünceleri ayrılmaktadır, tabiki sosyal demokratların ve sosyal devrimcilerin birleşmesi söz konusu bile olamaz fakat söz konusu olan da bu değil. Sosyal devrimcilerin düşüncelerini savunan işçiler bizin sarsılmaz inançımıza göre tutarsızdır. Bir taraftan proletaryanın mücadelesini yürütürken, diğer taraftan proleter olmayan düşüncelerini koruyorlar. Bu tutarsızlığa karşı bizim bizim kararlı bir ideolojik bir mücadele yürütmemiz gerekmektedir, fakat bu güncel, yakıcı, hayati , herkes tarafından tanınmı, tüm dürüst insanları birleştiren devrimci mücadelenin zarar görmesini de engelleriz. Bizler sosyal demokratların düşüncelerini sosyalist olarak değil, aksine devrimci-demokrat düşünceler olarak görürüz. Ama mücadele hedefleri bizleri partilerin bağımsızlığımı tümüyle koruyarak ortak yürümeye zorunlu kılmaktır. Sovyetler bir mücadele aracıdır ve öyle de olmalıdırlar. Demokratik devrimi yapmaya çalıştığımızda dürüst ve kararlı demokrat devrimcileri kovmaya çalışmamız bir saçmalık ya da delilik olabilir ancak.Onların tutarsızlığıyla mücadele etmek kolay, çünkü tarih bizim düşüncelerimizi doğrulamaktadır ve gerçeklik te her adımda bunu doğrulamaktadır. Eğer bizim literatür onları sosyal demokrasiyi ögretemez ise, bizim devrim onlara sosyal demokrasiyi ögretecektir. Tutarsız olan işçiler, hristiyan kalıp tanrıya inanlar ve saçma sapan mistizmin taraftarı entellektüellerdir ayrıca,biz ama onları sovyetlerden, hatta partiden de kovalamayacağız, çünkü biz gerçek mücadelenin canlı unsurların marksizm tarafından ikna edilceğini ve canlı olmayan unsurların ise kenara atılcağından eminiz. Kendi gücümüzden ve Rus Sosyaldemokrat İşçi Partisinin içinde marksizmin üstün gücünden biran bile kuşku duymadık.''
http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/nov/04b.htm )
Ortak çalışma hem TEKEL mücadelesinde geniş kitlelere ulaşma şansı verirken hem de burjuva partilerine güven duyan tabanlarına seslenebilme şansı verir. Burada devrimci partinin kendi programatik doğrularından vazgeçmemesi ama şarttır. Ortak çalışma adı altında, devrimci partinin eleştirilerinden sakınması da bir hatadır. Bu tür çalışma aynı zamanda işçi sınıfının gözü önünde partiler arasındaki farkın ortaya çıkma sürecidir. Şu anki mevcut durumda TEKEL işçileri büyük bir çoğunlukla soldaki partiler arasındaki farkları bilmemekte ya da önemsememektedir. Ortak çalışma burjuva partileri ile devrimci partinin ayrışma noktalarının kitleler tarafından görülmesidir. Kim ciddi olarak işçilerin mücadelesi için gerekli adımları atmaktadır, işçiler bunu ortak çalışmada net bir şekilde görmektedir. TEKEL mücadelesi gibi hayati bir mücadele de bile, hayati öneme rağmen solun önemli kesimleri yan yana gelmemek için her türlü ideolojik bahaneleri yaratmaya çalışırken, bu konuda Marksizm onların bahanelerine izin vermeyecek kadar net.
TEKEL mücadelesi ve şu an bir çok noktada devam eden işçi mücadeleri, mevcut politik grupların işçi sınıfının politik önderliğini yürütemeyeceğini ortaya koymuştur. İşçi sınıfı içersinde bireysel eylemlerle aşamadıkları sorunlara tepki de aynı zamanda, örgütlü mücadelerin yanı sıra verilmektedir. Son iki haftada da bu tür eylemler göze çarpmaktadır, buna iki güncel örnek: İşten çıkartıldığı için bir işçi Hacılar beldesindeki MHP li belediye başkanını öldürmüştür. İşşiz kaldığı için ailesine bakamayan bir işçi intihar için çıktığı çatıdan 3 günlük açlığın sonucu olarak açlıktan bayılmıştır. İntihar etme girişimleri, psikolojik tramvalar, cinnetler kapitalizmin işçiler üzerindeki uyguladığı politikaların bir sonucudur. Ve doğru okunursa aslında işçi sınıfının mücadelesinin bulunduğu şartları da bir şekilde yansıtmaktadır. İşçi sınıfın bu tür eğilimleri ancak örgütlü bir devrimci güçün eksikliğinde umutsuzluğa kapılan işçiler arasında güçlenebilir. Yükselen işçi sınıfı mücadelesinde işçi sınıfını salt devrimci sınıf olarak görmeyenler, onun yerine başka sınıfları ya da ara sınıfları, kendi partilerini koyan zihniyet sınıf ile olan ilişkilerini devrimci bir perspektif ile oturturamaz.
Devrimciler herhangi bir eylem biçimini reddetmezler, eylem biçimlerini işçi sınıfının mücadelesi ile bağlantılı olarak değerlendirirler. Devrimci eylemin biçimi aslında bu noktada eylemin içeriğiyle alakalıdır. Şiddet burada ikinci plandadır. Küçük burjuva gruplar, kendi reformist programlarını üstünü örtmek için, şiddeti devrimci politakanın ana kıstası haline getirler. Halbuki şiddetin reddedilmesi veya kutsanması gibi bir anlayış marksizmde yoktur. Reformistler yaptıkları eylemlerin şiddet unsuru içermediği için sol sapma olmadığını söylerek, küçük burjuva devrimcileri işe yaptıkları eylemlerin şiddet unsurunu taşıdığı için devrimci olarak ilan ederler. Bu hatalı tutumun altında, işçi sınıfının mücadelesinin gerektirdigi eylemleri mecburi biçimleriyle değerlendirmemek yatmaktadır. İşçi sınıfının örgütüsüzlüğünden vermiş olduğu tepkiler ( öldürme, intihar, cinnet) gibi tutumları, küçük burjuva örgütler politize edip, işçi sınıfının örgütsüzlüğün eylem biçimlerini siyasal alana taşımaktadırlar. İşçi sınıfının içinde örgütlü bir güce dönüşmekten daha çok; işçi sınıfının örgütsüz kesimleri arasında palazlanan bu eğilimin devrimciliğini kanıtlamak için, yapılan eylemlerdeki gözü karalığı ve kararlığı ön plana tutulmaktadır. Mücadele eden TEKEL işçisi intihar etmez iken, örgütsüz işçiler arasında intihar eğilimi güçlenir. İşçi sınıfı içersinde örgütlü mücadele eden bir partinin seçtiği adımlar, bu kesiminin yani örgütlü mücadele eden işçilerin eylem biçimleridir.
Devam edecek.
Suphi Toprak
25 Mart 2010