4 Eylül 2010 Cumartesi

Tekel deneyiminin değerlendirilmesi!



Tekel mücadelesinde gelinen son aşamada, Mustafa Türkel'in açıklamarı işçinin gündemine damgasını vurdu. Mustafa Türkel TEKGIDA-İŞ aracılığıyla yaptığı açıklamada; işçilerin 4C statüsünü kabul etmesi gerektiğini belirtdi. Açıklamada şu sözler ile kararlarını nedenleştirdiler: ''Bu gelişme bizim sendika olarak; hukuk devletindeki en yüksek yargı sürecinin işlemesi ile birlikte eylem programımızı iptal etmemizi gerektirmiştir''
Mustafa Türkel yaptığı açıklamadan daha sonra 9. Ağustos tarihinde yaptığı açıklamada; gelen işçilerle görüşmeyeceğini, onların aslında birer provakatör olduğunu, TEKGIDA-İŞ'in dingonun ahırı olmadığını söyledi.Halbuki TEKEL işçileri TEKGIDA-İŞ üyelikleri düşmüş durumda Ankara’ya gelmişlerdi!

Daha önce açıklanan eylem planından vazgeçildiğini söylerek, artık 14 Eylül tarihindeki Anayasa mahkemesini beklediklerini ve tazminat hakkı beklediklerini söylerek, olumlu bir karar beklediklerini belirtiler. Solun devrimci kesimlerini, aynı bir süre önce Erdoğan'ın yaptığı gibi işçileri kötülemeye başlayan Türkel, diğer taraftan gelen tepkilerden dolayı, 17 ağustos günü çeşitli gazetelerde anayasa mahkemesinin olası bir olumsuz karar sonrası tekrar eyleme başlayacaklarını söylemek zorunda kalmıştır.

Peki bu süreç neyi anlatıyor?
TEKEL işçilerin büyük bir çoğunluğu 4C ye geçme kararlarından ellerine ulaşan mektup ile haberdar oldular. Yani TEKEL işçileri bu süreçte son derece pasif bırakılarak bundan sonraki eylemlerin durdurulması kararı alınmıştır. Yani mücadele ederken, ön saflarda yer alan TEKEL işçileri, karar mekanizmalarında en arka sıralara atılmıştır. Bu arada işçilerin mücadelerinde hep beraber olan sol örgütler bu karar mekanizmalarında artık düşman, provakör olarak adlandırılmıştır. Yani Sendika Bürokrasisi, bu karar mekanizmasında Mustafa Türkel ve onun çevresinde oluşturulmuş sendika bürokratları yer almıştır.

Türk-İş içerisinde TEKEL mücadelesinde TEKGIDA-İŞ diğer sendikalara karşı daha aktif görümlü ve daha mücadeleci bir rol üstlenmiştir. Bu daha çok iki nedenden dolayıdır. TEKEL işçilerin sendikal haklarını kaybetmesi TEKGIDA-İŞ'in önemli oranda üye kaybına yol açması anlamına geleceği ve aynı zamanda TEKEL işçilerin radikalleşmesi sırasında, bunların önünde pratik olarak engel durumuna düşen Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu'nun yaşadığı tepkinin aynısının kendilerinin yaşanmasından duyulan endişedir. Yani radikalleşen işçilerin önünde durmanın kolay olmadığıdır. İşte tam da bu radikalleşmenin en doruk noktasına ulaştığı dönemde, işçilerin kendi karar mekanizmalarını kurmasının mümkün olduğu ve bir sonraki adım için en uygun güç dengelerinin oluştuğu an olarak tarihe geçmiştir. Karar mekanizmaların işçilerin eline geçmesi, bu dönemdeki işçilerin aktif katılımı olmadan alınan kararların veya işçilere sendika tarafından kapatılan kapıların önüne geçmek demekti. TEKGIDA-İŞ eylemin başlangıçında ve sonunda uyguladığı referandum yeni bir karar mekanizması idi ve doğru değerlendirilip kullanılamadı. “Genel grev!” sloganlarinin arasında önemi ve işlevi kayboldu.
Taban iradesi bu yöntem üzerinden örgütlenebilir ve tüm emek güçlerinin katılımları da sağlanılabilinirdi.

Sol bu dönemde ciddi olarak neyi savundu? Genel grevi. Halbuki genel grevi 4 Şubat'da TEKEL işçileri gerçekleştirmişti. TEKEL işçilerin mücadelesi, 4C ye karşı mücadeleden, Genel Greve oradan da iktidarın alınmasına gidecek düz bir yol asla olmamıştır. Genel Grev sloganı, ki özünde doğru olan bu slogan, solun reformist örgütlerinin elinde tamamen gerçeki olmayan bir slogana dönüşmüştü. Genel Grevin radikalliğine sığınmak, işçi sınıfı içindeki mücadelede doğru tavır alınıldığı anlamına gelmiyor.
Genel Grevin hazırlanması için gerekli en önemli adım hep atlanılmıştır. İşçi sınıfının diğer kesimlerinin ve bunların mücadele eden kesimlerinin harekete geçirilmesi atılması gereken adımlar. Yani ortak komitelerin kurulması. Mevcut sendikaların önemli bir kesminin TEKEL mücadelesine soğuk davranışı bu tür ortak komitelerinin kurulması ile ancak aşılabilinirdi. İşçilerin önemli bir kesminin konjektürel olarak ağır bir kriz döneminde geçerken kaybedilen haklara karşı, ortak mücadelenin gerçekleşmesi için ortak komitlerin kurulması gerektiği zorunluğudur.
Somut olarak işçi sınıfının birliği, salt TEKEL işçileri ile olamazdı. İşçi sınıfının çeşitli kesimlerinin bir araya gelerek, mücadelenin rotasının karar verilmesi ve burada daha güçlü bir çizginin ortaya çıkması anlamına gelirdi. İşçi sınıfının çeşitli kollarının ortak komiteleri kurulması için neredeyse hiçbir girişimide bulunmadı. Buradaki nedenlerden biri de, Türkiye'deki bir çok sol grupların işçi sınıfı içerisinde örgütlü olmamasından kaynaklanıyor. İşçi sınıfı içerisinde az da olsa örgütlü olan örgütler ise, TEKEL mücadelesi ile kendi örgütlü oldukları iş kollarındaki mücadeleyi birleştiremediler. Yani, madencilerin, tersane işçilerin ölüm haberleri, kot ve deri işçilerinin hastalık haberlerinin ve Marmaray'dan Çimene kadar geniş bir ağda işçilerin grev ve eylemlerinin yüksek olduğu bir dönemde solun pasifliği manidardır. 1 Mayıs Taksimin tarihsel bir rakama ulaşması bu mücadelerin ve gerçekliğinin sonucudur. Sol TEKEL üzerinden bir emek cephesi açamadı. Sol TEKEL'in yarattığı dalgalanmada yukarıda bahsedilen dar perspektiflerle hareket ederken, kaybolmuş itibar ve gücünü kısmi olarak tazelemek ile sınırlı kalabildi. Aynı süreçte başlayan sendikal bürokrasisinin sarsıntısı, 1 mayıs sürecinde devam ettirilemedi. Dar hesaplar ve DİSK in göşteriş sevdası nedeniyle 26 Mayıs sürecinde Türk-İş üst yönetiminin açık gerici ve devletci sendika bürokratları ile yenilenmesi sürecine dönüştü. Yani Türk-İş yöneticileri TEKEL sürecinde sallandılar ama dökülenler olmadı. Şu anda Türk Metal ve diğerleri ile yenilenmiş daha katı bir bürokrasi iş başındadır. Sendikalar içerisinde devrimci bir muhalefetin oluşturulaması önemli bir sorun teşkil etmektedir.

Tekel özelleştirme politikları karşısında sol ve sendikaların siyasal tutum ve teşhir ötesine geçemeyen, doğru taleplerle birleştirilemeyen süreci ile de tescillenmiş oldu. Tekel özelleştirmelerinin kurbanı ise kürt bölgesidir.
Çalışır durumda olan ve 300.000 tütün üreticisinden tütün alıp işleyebilecek durumda olan Diyarbakır, Batman, Adıyaman, Bitlis depo ve fabrikaları işçilerin denetiminde devletleştirilebilinirdi, hem bu şekilde işçilerin sermaye konusunda ve diğer altyapı konusundaki eksiklikleri gidirebilir hem de üretim üzerinde tek söz hakkı işçilerin olabilirdi. Bunun tarihsel örnekleri Latin Amerika'da yaşanılıyor. Buna en aktüel örnek ise Arjantin'deki Zanon keramik fabrikasıdır. Bu yol ile özellikle yüzbinlerce kürt köylüsünün mağduriyetini ve ekonomik çöküşü engellenilebilirdi. “Özelleştirmeyip, işçilerin demokratikleştirilmesinin” örneklerinden biri olarak da belki Latin Amerik'daki örnekleri Türkiye’ye de sıçrayabilirdi.


Solun küçük bir kısmı komitelerin kurulması için girişimlerde bulunmuştur. Ama onların da eksik bıraktığı nokta ise, işçi sınıfının çeşitli örgütlerinin ortak mücadele etmesi için, TEKEL mücadelesine destek veren örgütlerin bir araya gelmesi zorunluluğuydu. Burada her örgüt kendi ideolojik çizgisinin doğruluğuna inanarak, işçi sınıfının reformistlerinden,merkeziyetci ve devrimci örgütlere kadar uzanan geniş bir çizgide, tüm örgütlerin bir araya gelmesi için girişimlerinin olmamasıdır. Bir kısmın CHP'yi, diğer bir kısmın BDP'yi, diğer bir kısmın ulusalcı olmayanları, bir başka bir kesmin ise tamamen tek başına hareket ettiği bir ortak eylem cizgisinin doruğa oluştuğu bir mücadele oldu TEKEL mücadelesi.
İşçi sınıfının birliğini, kendi partilerinin bir şekilde işçi sınıfı içersinde tek güç haline dönüşmesi durumuyla birebir tutulduğu içindir ki, ortak çalışmalardan daha çok, işçi sınıfı içersinde kimin ne kadar daha çok işçi kazandığı bir çalışmaya dönüştüğü anlarda olmuştur. Tabiki TEKEL mücadelesinin önemli bir sürecine girildiği bu dönemde, partiye 'kazanılmış' TEKEL işçilerin nerede olduğu sorusu ise cevapsız kalmaktadır.

TEKEL mücadelesinin, tekrar kabarmasının şartları hazır bulunmaktadır. Anayasa mahkemesinin olumsuz karar vermesinden sonra, TEKGIDA-İŞ in dediği gibi bir mücadelenin tekrar başlatılması söz konusu olabilir. Bu ama yasal süreci beklerken, bir çok işçinin artık kendi örgütlü gücünden daha çok kemalist devlet aygıtının AKP’ye karşı olan tavrından beklenen bir umutla sonlacağı için bir çok umutsuzluk ve 4C ye tümüyle kabul ile bitebilir ve mücadelenin önünde engel olur. Diğer bir ihtimal ise işçilerin kendi inisiyatfileri ile başlatacağı bir eylem süreci olabilir. Bunların yanısıra UPS işçilerin ve diğer işçilerin devam eden mücadeleri de vardır. Yani işçi sınıfının önümüzdeki süreçte işçi mücadeleriyle tanışması devam edecektir. Bu süreç zorunlu olarak, ya işçi sınıfının bağımsız ve kendi çıkarlarını savunan devrimci marksist bir işçi partisinin çıkmasına gidecek yolu açacaktır ya da işçi sınıfının mücadelerinin reformist ve küçük burjuva önderlikler elinde hüsran ile bitmesi ile sonuçlanacaktır.


Suphi Toprak