22 Mayıs 2010 Cumartesi

26 Mayıs'da TEKEL işçileriyle dayanışma ve madenci ölümlerine karşı Genel Greve

TEKEL işçilerinin mücadelesinde başından beri mücadelenin önünde engel olan Türk İŞ başkanı Mustafa Kumlu'nun 1 Mayıs'da Taksim meydanından kovulmasından sonra, Türk İş Türkiye çapındaki eylem gününden geri çekildiğini belirtti.

Şimdi ise 26 Mayıs'daki katılımın daha öncesine göre, daha dar bir eylem günü olarak geçileceği kesin. Sendika bürokrasisinin kontrolü dışında gördüğü bu tür gelişmelerin ön belirtileri bir çok sefer TEKEL mücadelesinde ortaya çıkmıştır. TEKEL mücadelesi geldiği nokta itibariyle artık kapalı kapılar ardındaki ikili görüşmelerle çözülecek durumdan çıkmıştır. Kumlu ve arkadaşları TEKEL mücadelesinin önündeki bir engele dönüşmektedir ve TEKEL işçilerin basıncına karşı Kumlu ve arkadaşları artık açıktan karşı durabilmektedir ve ikna durumu da artık yoktur.

Bu durumda ne yapılması gereklidir? TEKEL mücadelesinin dinamiklerini oluşturan işçiler ve onların sendikal temsilcileri mevcut güçleri ile beklentileri karşılayamazlar. O yüzden TEKEL işçilerinin güçlerini dinamize etmek gerekmektedir! Bunun için TEKEL mücadelesinin talepleriyle gündemdeki diğer işçilerin mücadeleri birleştirmelidir.

Tüm ülkeyi 32 tane madencinin hayatını kaybetmesinin acısı sarmış durumdadır. Ve herkes biliyorki bir iki hafta sonra bu olay unutulacaktır. 2002 den bu yana 544 maden işçisi hayatını kaybetmiştir. Değişen bir şey olmadığı gibi, taşeronlu çalışma sistemiyle durumları daha da kötüleşmiş, başbakan madencilerin ölümünü kaderleri diye açıklamıştı.

Bir yandan TEKEL mücadelesi başta olmak üzere Tar-iş, Kent-İŞ, Marmaray, İtfayiye işçileri, Çemen tekstil işçilerinin mücadeleleri önemli bir ivme kazanmıştır. Diğer bir taraftan ise maden ve tersane işçileri iş cinayetleri, kotlama işçileri ise hastalık sonuçlarında hayatlarını kaybetmektedir. Bu mücadeleri tek bir TEKEL mücadelesiyle sınırlamak, TEKEL işçilerinin kaybetmesini istemek anlamına gelmektedir. TEKEL işçilerinin mücadesinin yükseltilmesi yukarıda sayılan iş mücadelerini başta olmak üzere işçi sınıfının ortak bir noktada buluşturabilmek olmalıdır. Çeşitli vesilerle işçiler arasında karşılıklı ziyaretler olmuş ama bunları şimdi bir ilerki noktaya taşıma zamanıdır.

Onun için 26 Mayıs'daki eylem günü acilen Maden işçilerini anma gününe de dönüştürülmelidir. Hali hazırda mücadele yürüten işçileri bu mücadeleye organik bir parça olarak çekmek gerekmektedir. Planlamaya bu işçi temsilcileri de katılmalıdır. Ortak komiteler kurulması artık kaçınılmazdır. 1 Mayıs Taksim’in vermiş olduğu moralin 26 Mayısa taşınması durumunda, işçi sınıfı önümüzdeki sürece daha toparlanmış halde girecektir. Türk İş içerisinde mücadeleye karşı açıktan tavır alan Kumlu ve yönetimi görevden en kısa sürede uzaklaştırılmalıdır. İşçilerin Türk İş yönetimine karşı olan tavrı, TEKEL işçilerinin mücadelesinin gereklerine göre şekilenmeldir.

26 Mayıs'da TEKEL işçileriyla dayanışma ve madenci ölümlerine karşı Genel Greve
Ülke çapında ve yerelde işçi komiteleri kurulmalıdır
4/C nin kaldırılması
Özelleştirilmesinin durdurulması ve TEKEL başta olmak üzere özelleştirilen tüm kurumların işçi kontrolünde kamulaştırılması gerekmektedir.

Suphi Toprak (Devrimci Enternasyonal Örgüt)
21.05.2010

Yunan hayaleti

Yunan işçileri ile dayanışmaya !

Yunanistan’da, 5 Mayıs tarihinde 3 milyondan fazla işçi, yaptıkları genel grev ile ülkeyi ‘felç edecek’ hale getirdi. Plan; Okulların, büroların, dükkanların ve havalimanlarının kapatılmasıydı. Sadece Atina’da 200.000’den fazla kişi, sosyal demokrat hükümetin aldığı mali tedbirlere karşı protesto gösterisi yaptı. Aynı gün Yunan parlementosu kemer sıkma paketini yürürlüğe soktu. Buna göre : 2 Ay önce arttırılan KDV oranı yeniden arttırılarak %23 oranına getirildi. Devlet sektöründe çalışanların ve emeklilerin maaşlarına zam yapılmayacak ve devlet sektöründe 2 maaş ikramiyesi kaldırılacak. Bu kemer sıkma paketinin asıl amacı; Yunanistan’ın 110 milyar euroluk yardımı alabilmesidir.

Burjuva basını, Yunan halkından ‘ülkeyi kurtarabilmek’ için, bu sancılı dönemde alınan kararları anlayışla karşılamasını vurguluyor. Gerçekte ise, Yunan halkı bu kurtarma paketinden yararlanamayacaktır. Yunan devletinin 300 milyar dolar borcu vardır ve bunun büyük bir bölümü yabancı kamu bankalarına (örneğin; 70 milyar € Fransız bankasına, 40 milyar € Alman bankasına). Eger Yunanistan borçlarını ödemekte gecikirse, kendi devletleri tarafından ‘bankaları kurtarma’ paketi tarafından kurtarılan bankalar, büyük zararlar görecektir. Bu kurtarma paketinden gelecek olan para, borçları geri ödeyebilmek için AB’nin emperyal ülkelerine akacaktır. Aslında bu AB’deki büyük güçlerin bankaları kurtarabilmek için planladığı bir yöntem.

Yunan halkının uyguladığı sürekli direniş yatırımcıları korkuttuğu gibi, ayrıca dünya borsalarında dalgalanmalara neden oluyor. Kapitalistler, Portekiz, İspanya, İtalya ve İrlanda’daki sosyal ve ekonomik durumun daha iyi olmadığını açıklıyorlar. Avrupa kıtasındaki bütün işçilerin mali tedbirleri reddedeceği korkusu, Avrupa’da dolaşan bir ‘Yunan hayaleti’ dir.

Bu şiarın sebebi, bitmek tükenmek bilmeyen ‘ tembel Yunanlar’, ‘olanakları dışında yaşamış olan kişiler’ ve ‘ kendi finansal sorunlarından bihaber’ gibi propagandalara karşıdır. Avrupa’daki işçiler bu propagandayı reddetmelidir ve Yunanistan’dan bir örnek almalıdır. Bizler, kapitalistlerin krizleri için ödeme yapmamızı sağlayacak her türlü denemede bulunanlarla mücadele etmeliyiz. Bu yönde atılacak olan ilk adım, Yunanistan’daki grev hakkında dayanışma eylemleri düzenlemek olmalıdır.

5 Mayıs’taki protesto, bir bankadaki yangında hayatını kaybeden 3 işçinin trajik ölümlerinin gölgesinde gerçekleştirildi. Bu kundakçılığın kim tarafından düzenlendiği bilinmeyen bir durumdur. Bu anarşistler tarafından gerçekleştirilmiş olabilir ama aynı zamanda da faşistler ya da devletin provakatörleri de bu ihtimal dahilindedir. Eğer anarşistler ise, yangından sonra ortaya çıkan bu sekil izole ‘militan’ eylemler kapitalizme karşı işçi sınıfının mücadelesini ileriye taşımaz, çünkü devrimcileri işçi sınıfından soyutlatır. Bunun yanısıra biz kapitalistlerin mülkiyetlerini yıkmak yerine, devralmak istiyoruz.

Bu ölümlerin politik sorumluluğunun kime ait oldugu konusu ise açıktır; Bu işçilerin hayatlarını mahveden hükümetten kaynaklanıyor, gösterilerde şiddet ortamını yaratan ve saldırılarda bulunan polislerden kaynaklanıyor. En önemlisi ise, işçilerin grevlere katılmasını engelleyen, gösterilerin güzergahı üzerinde, yangın koruması olmadan banka binasını kilitleyen banka sahiplerinden kaynaklanıyor bu durum. ( Bakınız : “Ein Angestellter der angezündeten Bank spricht über die tragischen Todesfälle”.)

Yunanistan’da işçilerin direnişi devam edecektir. Sendika liderleri şu sıralar militan ağız kullanıyorlar ama onlar hükümetin sosyal demokrat partisi PASOK’a bağlı durumdalar. Bundan dolayı, onların ‘vatanın çıkarları’ ve işçi sınıfının çıkarlarına karşı kapitülasyon adı verdiğimiz anlaşma bilinmezdir.

Sadece tutarlı bir devrimci politika tedbir paketine karşı ciddi bir tepki verebilir. Buna göre : Yunanların yabancı bankalara olan borçları silinmelidir. Bankalar kamulaştırılmalı ve işçilerin kontrolü altında olmalıdır. Spekülasyon ve sermaye kaçışı, dış ticarette bir tekel tarafından durdurulmalıdır. Yunanistan’ın inanılmaz yüksek askeri harcalamaları bir son bulmalı ve milisler tarafından değiştirilmelidir. Bu önlemlerin uygulanması için, işçi örgütleri Yunan ve uluslararası kapitalist sınıftan bağımsız bir işçilerden oluşan bir hükümet kurmalı.

Sadece devrimci bir işçi örgütü protestoları temel değişim yönünde sürdürebilir. Yunanistan’daki çok sayıda büyük radikal sol kuvvetleri bunun için mücadele edecektir ve bizler de onlarla dayanışma içerisinde olmaya çalışacağız. Ayrıca, yakında bununla ilgili troçkist bir örgüt olan OKDE ile yapılacak olan röportajı yayınlacağız.

  • Yunan hayaleti Avrupa’yı sarsın!
  • Yunanistan’daki genel grevi ve direnişi dayanışma eylemleri ile destekleyelim!
  • İşten çıkartmaya karşıyız, maaşların azaltılmasına karşıyız. Kapitalistler kendi krizlerinin bedelini kendileri ödemek zorundadırlar!
  • Borçların ödenmesi dondurulmalıdır. Kamulaştırılan bankalar işçilerin kontrolü altına alınmalıdır!
  • Sosyalist bir Avrupa için!

RIO, 15. Mai 2010 ( Türkçe çeviri : Rojhat Baran )


2 Mayıs 2010 Pazar

Sosyal Şoven TKP

TKP’nin yayın organı Komünist’in 260 sayısında ‘‘Günümüz koşullarında Talât Paşa'yı anlamak’’ Tevfik Cavdar’ imzalı makaleyi okuyanlar, TKP’nin Şovenizmini anlıyabilir. Ermeni halkına karşı yapılan jenositin T.C. tarafından inkar edildiği, Ermeni katliamın varlığını savunanlara karşı topluca linç denemelerin gerçekleştiği bir ortamda, Tevfik ÇAVDAR tek derdi, Talat Paşayı bizlere ‘‘doğru göstermek’’. Tevfik Cavdar yazısına bir soru ile başlıyor, ‘‘Talât Paşa'yı nasıl bilirsiniz? Bu sorunun en net cevabı Talât Paşa'da kim ne görmek istiyorsa onu gördüğüdür.’’ Ve Talat Paşaya karşı politikaların sorumlusuda hemen bulundu: ‘‘Talât Paşa ya da tehcir bunca yıl sonra niye bu kadar gündeme gelmektedir? Yanıt emperyalizmin politikalarında aranmalıdır.’’ TKP sosyal Şovenizmene hemen de bir kılıf bulmuştur. Ermeni sorunu, nasılsa unutulmuş gitmişti. Durup dururken başımıza bunu ancak Emperyalistler çıkartmış olabilirler. Ne de olsa Bu katliamı gündeme getirmek gibi bir devrimci görevi TKP kendinde görmemekte, bu konudaki devrimci girişimlerden rahatsız olmakta olduğunu ise ifade etmekten geri kalmayan bir şovenist partidir. Lenin ise şunu demektedir ‘‘ Üçüncü Enternasyonale katılmak isteyen her parti, sadece açık sosyal yurtseverlik değil, fakat sosyal pasifizmin sahtelik ve ikiyüzlüğünü de teşhir etmekle yükümlüdür.’’ ( Lenin, 3. Enternasyonale katılma Koşulları, 6. madde.)

Talat Paşayı bize tanıtmaya başlıyor şovenist TKP; ‘‘Bir kere Osmanlı İmparatorluğun'da sıradan bir vatandaş, posta memurluğundan nazırlığa, sonradan Sadrazamlığa yükselen mütevazılığı ile ün salmış bir devlet adamıdır. Osmanlı'nın ilk ve son sivil yaşamdan gelmiş başbakanıdır. Vezirlik rütbesini (Paşalık sanı oradan gelir) ancak 1917'de Sadrazam olduğu zaman alabildi; böylece İttihat ve Terakki'nin Reisi Umumisi Talât Bey, paşalığa terfi etti.’’ TKP, halkımızı bayat kemalist kitaplarla aydınlatmaya çalıştığı için, Milli Eğitim Bakanlığından kutlama alacağından şüphem yoktur. Epeyce de meziyetleri sayılmış burada. TKP tabi ki Talat Paşanın partisi olmakta övünebilir. Bizim böyle bir derdimiz yoktur.

TKP Talat Paşa konusunda bizi uyarıyor, diyor ki: ‘‘Talât Bey'i suçlayanlar tek olay olarak Ermeni tehcirini gündeme getirirler. Tehcir, Ermeni çetelerinin doğudaki (Rus) cephenin arkasında, sürekli olarak askerimizi taciz etmesi, Çarlık ordularına açık bir biçimde yardım etmesi nedeniyle alınmış bir karardır’’ TKP’de kendine göre haklı, Talat Paşanın meziyetlerini sıralamak varken, tuturmuşlar devrimciler Ermeni Katliamı diye. Burada ki bazı deyimlere iyice bakalım bir. Ermeni çeteleri, TKP’nin askerlerini taciz etmiştir. TKP kendisini Osmanlı devleti yerine koyup, askerlerini de bizim demeden utanmamaktadır. TKP’ye sormalı, Askerler onlarınsa, Askerlerin işgal ettikleri ve öldürdükleri kişilerin sorumluluğu da TKP’ye ait mi? TKP’ye parti amblemi olarak Osmanlı bayrağını ne zaman kullanmak istiyor? Ermeniler sanki durup dururken, Ruslarla ortak olup, TKP askerlerine (düne kadar Osmanlı askerleri olarak biliyorduk biz onları) saldırmış gibi bir yorum var burada. Ermeni halkına karşı gerçekleştirilen katliamlardan ya da Ermeni halkının kendi geleceğini tayin etme hakkından en ufak bir cümle bile yok. Pantürkizm ve jöntürklerin Osmanlı içersindeki rollerinden ve katliamdaki sorumluklarına değinmekten bilerek kaçınılmış.

TKP dur durak bilmeden şovenist tavır almaktan geri durmuyor ‘‘Zaten 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan, Fransız, İngiliz vb. emperyalist ülkeler doğu ve güneydoğu Anadolu misyoner kolejleri açarak Ermeni ayrılıkçı hareketini desteklemiş ve yükseltmişlerdi. İddia edilen ölümler, bu tehcir sırasında, göçen kafilelere saldıran Türk ve Kürt çeteleri tarafından meydana gelmiş. Ayrıca ağır yolculuk koşulları telefatın artmasına neden olmuştur. Tehcir kararı Talat Paşa'nın dahiliye nazırlığı sırasında alınmıştır. Bu kararı eleştirenler, Milli Mücadele sırasında Anadolu Rumlarının İonya adına, nasıl silahlanıp savaşa katıldığına tanık oldular. Nitekim Lozan Antlaşması gereğince yapılan ünlü mübadele olayının nedeni budur; bir yerde mübadele işlemi de bir çeşit tehcirdir. İlave etmeğe hacet yoktur. Tehcir nedeniyle kırılan Ermeniler bilinçli bir soykırım isteğiyle kırılmamışlardır. Savaş gereği alınan bir tedbirdir bu. Osmanlıların Rumeli'den çekiliş süresince, özellikle Balkan Savaşı sırasında yüz binlerce insanın İstanbul'a, Anadolu'ya kaçarken kırılması gibi...’’ Osmanlının bir halklar hapishanesi olduğundan tek bir noktada bile değinilmemiş. Rumların, Ermenilerin, daha önce balkan halklarının ve Arapların isyanlarını tek bir Emperyalizme bağlamak siyasi aptalıktır. Osmanlı da azınlıkların durumuna bir bakalım; “örneğin, ibadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundaydılar. … çan çalmaları, yeni kilise yapmaları yasaktı. Kilise tamiri için ise devletten izin almak zorundaydılar. Ayrıca ata binmeleri, silah taşımaları, bir Müslümanla karşılaştıkları zaman kaldırımda yürümeleri yasaktı. Elbiselerinin ve ayakkabılarının rengi, kumaşlarının kalitesi değişik olmak zorundaydı. … 16. yüzyılda bir fermanla, yakalı kaftan, kıymetli kumaştan özellikle ipekli elbise, ince tülbent, kürk ve sarık taşımaları yasaklanmıştı. Ayrıca … hangi renk elbise giyecekleri de bildiriliyordu. Örneğin, Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi idi. Evlerini de değişik renge boyamak zorundaydılar. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı, peştamallarına çıngırak takmaları gerekiyordu. … Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı. … Evlerin, Müslüman mahallelere bakan taraflarına pencere yapmaları da yasaktı. … tüm bu yasaklara uymayanlar para ve hapis cezasına, hatta sert bir padişaha denk gelirlerse ölüm cezasına dahi çarptırılırlardı.” (Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s.55-6) TKP Osmanlının bir halklar hapisanesi olduğunu red etmekte. İsyan eden halkların kandırılmış olduğunu iddaa etmektedir. Kurulan Kürt Hamidiye Alaylarının, Ermeni halkına yönelik çete saldırılarının, çöllerde yokedilmesinin sorumlusunun Osmanlının Politikası olduğu ima bile edilmiyor yazıda. Talat Paşa’nın iyi bir örgütcü ve başarılı bir siyaset adamı olduğundan bahsetmekten vazgeçmiyor. Yazarın Talat Paşanın yakın akrabası olması ihtimalini de göz önünde alarak, TKP’nin Talat Paşaya bu ilgisi, açıkca milliyetci, şovenist tutumunun özetidir.

Yazıda ilginç bir noktada şu: Emperyalistler Ermenilere destek vererek çökertmek için elinden geleni yaparken ( Yukarıda da gördümüz gibi) , diger tarafdan da Osmanlıyı güçlendiriyormuş. ‘‘Bu yasa ile günümüzün il genel ve özel idareleri kurulmuştur. Gerçi bu yasa bir anlamda "Düveli Muazzama" denilen emperyalist ülkelerin baskısı üzerine yaşama geçirilmişse de, gene de Türkiye'nin demokratik gelişmesi yönünden önemli bir adımdır.’’

Kendilerini Sosyalizme yamamaya çalışmaları yetmezmiş gibi bir de Talat Paşaya ilaki bir yerden, Sosyalizme ilaki bağlayacaklar. ‘‘Talât Paşa, Sovyet Devrimi'ni sevinçle karşılamış, Brest-Litovsk Barış Antlaşması'yla doğu sınırlarımızı 1878 öncesine getirmiş; Kars, Ardahan ve Ağrı yeniden sınırlarımız içersinde kalmıştır.’’ Alman Kayzeride Sovyet devrimine ilk başta sevinmişti. TKP Alman Kayzeri hakkında ne düşünüyor?

Ermeni katliamının siyasi sorumlusu, Osmanlıdır. Emperyalizmin toprak paylaşımı esnasında, Osmanlının bir halklar hapishanesi olduğunu göz önüne alarak politika yapmasında emperyalist politika açısından bir cıkmaz teşkil etmemektedir. Emperyalizmin buradaki çatışmaları körüklediği bir gerçekse, bu körüklenmeye neden olan sebebler de birer gerçekcilik teşkil etmektedir. Sorun, ulusların bir arada yaşabilecekleri bir siyasi birliğin kurulmamasıdır. T.C.’de bir halklar hapishanesidir. Bu durum böyle olduğu sürece, isyanlar hep olacaktır. Cözüm halkların kardeşliğinden geçer, bu kardeşlik halkların haklarını tanımaktan geçer. TKP bu sorunların cözümünü Ermeni jenozidini inkar ederek ve ulusların kendi gelecegini tayin hakkından (UKKTH) vazgeçmede arıyor. Marksist İnisiyatif ise, jenozidin tanınması ve mağdurlarının haklarının iade edilmesini ve ukgth’nın tanınması için mücadele veriyor.

‘‘Komünistler, ayrıca, vatan ve miliyeti kaldırmayı istemekle şuçlanıyorlar. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız.’’( Marks. Engels) TKP ise kendi çizgisini yurtsever solda belirlemiştir. Bu politik çizgi, ancak belirli bir kitleye cazip gelir. Bu kitlenin parti içindeki temsilcileri bu tabana oynamak için eline geçen fırsatları kullanır. Onun içindir ki, Tevfik Cavdar’ın yazısı parti çizgisinin tutarlı bir devamıdır. TKP ile beraber bir cok ulusal sol güç Kemalizmin kuyrukçuluğundan prim yapmaya çalışıyor. Bu girişimler ancak Kemalizmi güçlendirmekten başka bir şey değildir. Devrimci marksistlerin görevi şovenizmin her türlüsüne karşı mücadele etmektir.


Suphi Toprak


Not : Bu makale, belli bir süre önce yazılmış olup, son çıkan olaylar neticesinde TKP’nin nasıl bir zihniyet taşıdığını yeniden gündeme getirmek açısından, bu blogda yayınlanma kararı alınmıştır.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Gemeinsam gegen die Privatisierungspolitik – international!

Solidarität mit den kämpfenden TEKEL-ArbeiterInnen in der Türkei!

Die Auseinandersetzung:

Seit über 4 Monaten kämpfen die ArbeiterInnen des bisher staatlichen türkischen Tabakkonzern “TEKEL” gegen den Verkauf an den British American Tabacco Konzern (BAT) und damit gegen die Privatisierung ihres Betriebes seitens der türkischen Regierung. Rund 10.000 ArbeiterInnen wurden Ende Dez. 2009 entlassen. Ein Teil der Belegschaft sollte dann zu Hartz IV-ähnlichen Billiglohnbedingungen (dem sog. 4-C Status) vorübergehend wieder eingestellt werden. Dagegen wehrten und wehren sich die TEKEL-KollegInnen.

Mit einem 6-wöchigen Protestcamp in der Innenstadt von Ankara, landesweiten Aktionstagen mit Generalstreikcharakter, Großdemonstrationen und Unterstützung internationaler Gewerkschafts- delegationen ist es ihnen gelungen, ihre endgültige Verabschiedung in die Arbeitslosigkeit in der Schwebe zu halten. Weitere Erfolge waren, dass ihr Kampf die zersplitterte türkische Gewerkschaftsbewegung bzw. deren Führungen zu gemeinsamen Solidaritätsaktionen zwang und dass nationalistische Spaltungen in der TEKEL-Belegschaft (vor dem Hintergrund des türkisch-kurdischen Konflikts) in den Aktionen tendenziell überwunden werden konnten. Das alles führte zu den größten gewerkschaftlichen Massenmobilisierungen in den letzten 10 Jahren!

Der internationale Zusammenhang:

Die Türkei will seit langem in die Europäische Union aufgenommen werden. Die EU und insbesondere die verschiedenen deutschen Regierungen verzögern die Verhandlungen und diktieren der türkischen Regierung immer neue Bedingungen auf. Eine dieser Bedingungen ist, dass die türkische Wirtschaft - seit Kemal Atatürks Zeiten zum größten Teil in staatlicher und/oder militärischer Hand - sich dem privaten (internationalen) Kapital öffnen bzw. in großen Schritten privatisiert werden soll!

Genau das ist mit dem ehemals staatlichen Tabakmonopolisten TEKEL geschehen, indem er weit unter Wert an den BAT verschleudert wurde. Dies hatte zur Folge, dass sich BAT den gesamten ehemaligen Markt von TEKEL, der weit in die arabischen Nachbarstaaten der Türkei hineinreichte, unter den Nagel gerissen hat. Noch gar nicht in Rechnung gestellt ist, dass mit der Übernahme von TEKEL durch den BAT-Konzern zehntausenden kleinen türkischen Tabakbauern mit einem Schlag ihre Lebensgrundlage entzogen wurde.

Der ganze Vorgang ist nur eines der Beispiele wie die türkische Regierung Privatisierungspolitik im Sinne der EU betreibt. Dies stellt ein klassisches Beispiel des Ausverkaufs einheimischer Industrie an imperialistische Großkonzerne dar!

Was hat denn das alles mit uns zu tun?

1. die deutsche Regierung übt als “special-cooperation-partner” großen Druck auf die türkische Regierung aus, mit dem Ausverkauf und der Privatisierungspolitik weiter zu machen!

2. die Bundesregierung treibt auch hier bei uns die Privatisierungspolitik voran (Renten, öffentlicher Verkehr, Gesundheitsvorsorge usw.).

Der Kampf der TEKEL-ArbeiterInnen ist ein glänzendes Beispiel dafür, dass Privatisierung im Rahmen der neoliberalen Umgestaltung der Wirtschaft nicht akzeptiert werden muss. Ihr Mut und ihre Ausdauer sollten für uns, Kolleginnen und Kollegen der deutschen Gewerkschaftsbewegung, ein Ansporn sein!

Der Kampf der TEKEL-KollegInnen ist ein Beispiel dafür, sich nicht nur mit Resolutionen und allenfalls symbolischen Aktionen einzelner Gewerkschaften oder Gewerkschaftsgliederungen gegen Privatisierung zu "wehren", sondern endlich die ganze Kraft aller Gewerkschaften ins Feld zu führen.

Aktuell steht an, den endgültigen Ausstieg der Unternehmen aus der paritätisch finanzierten Krankenversicherung (Kopfpauschale!) notfalls mit dem Mittel des politischen Streiks - bis hin zum Generalstreik - zu verhindern!

In diesem Sinne zum 1. Mai 2010:

Hoch die internationale Solidarität!

Solidarität mit den kämpfenden TEKEL-ArbeiterInnen!

//Münchner Solidaritätskomitee mit den streikenden TEKEL-ArbeiterInnen