4 Eylül 2010 Cumartesi

Tekel deneyiminin değerlendirilmesi!



Tekel mücadelesinde gelinen son aşamada, Mustafa Türkel'in açıklamarı işçinin gündemine damgasını vurdu. Mustafa Türkel TEKGIDA-İŞ aracılığıyla yaptığı açıklamada; işçilerin 4C statüsünü kabul etmesi gerektiğini belirtdi. Açıklamada şu sözler ile kararlarını nedenleştirdiler: ''Bu gelişme bizim sendika olarak; hukuk devletindeki en yüksek yargı sürecinin işlemesi ile birlikte eylem programımızı iptal etmemizi gerektirmiştir''
Mustafa Türkel yaptığı açıklamadan daha sonra 9. Ağustos tarihinde yaptığı açıklamada; gelen işçilerle görüşmeyeceğini, onların aslında birer provakatör olduğunu, TEKGIDA-İŞ'in dingonun ahırı olmadığını söyledi.Halbuki TEKEL işçileri TEKGIDA-İŞ üyelikleri düşmüş durumda Ankara’ya gelmişlerdi!

Daha önce açıklanan eylem planından vazgeçildiğini söylerek, artık 14 Eylül tarihindeki Anayasa mahkemesini beklediklerini ve tazminat hakkı beklediklerini söylerek, olumlu bir karar beklediklerini belirtiler. Solun devrimci kesimlerini, aynı bir süre önce Erdoğan'ın yaptığı gibi işçileri kötülemeye başlayan Türkel, diğer taraftan gelen tepkilerden dolayı, 17 ağustos günü çeşitli gazetelerde anayasa mahkemesinin olası bir olumsuz karar sonrası tekrar eyleme başlayacaklarını söylemek zorunda kalmıştır.

Peki bu süreç neyi anlatıyor?
TEKEL işçilerin büyük bir çoğunluğu 4C ye geçme kararlarından ellerine ulaşan mektup ile haberdar oldular. Yani TEKEL işçileri bu süreçte son derece pasif bırakılarak bundan sonraki eylemlerin durdurulması kararı alınmıştır. Yani mücadele ederken, ön saflarda yer alan TEKEL işçileri, karar mekanizmalarında en arka sıralara atılmıştır. Bu arada işçilerin mücadelerinde hep beraber olan sol örgütler bu karar mekanizmalarında artık düşman, provakör olarak adlandırılmıştır. Yani Sendika Bürokrasisi, bu karar mekanizmasında Mustafa Türkel ve onun çevresinde oluşturulmuş sendika bürokratları yer almıştır.

Türk-İş içerisinde TEKEL mücadelesinde TEKGIDA-İŞ diğer sendikalara karşı daha aktif görümlü ve daha mücadeleci bir rol üstlenmiştir. Bu daha çok iki nedenden dolayıdır. TEKEL işçilerin sendikal haklarını kaybetmesi TEKGIDA-İŞ'in önemli oranda üye kaybına yol açması anlamına geleceği ve aynı zamanda TEKEL işçilerin radikalleşmesi sırasında, bunların önünde pratik olarak engel durumuna düşen Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu'nun yaşadığı tepkinin aynısının kendilerinin yaşanmasından duyulan endişedir. Yani radikalleşen işçilerin önünde durmanın kolay olmadığıdır. İşte tam da bu radikalleşmenin en doruk noktasına ulaştığı dönemde, işçilerin kendi karar mekanizmalarını kurmasının mümkün olduğu ve bir sonraki adım için en uygun güç dengelerinin oluştuğu an olarak tarihe geçmiştir. Karar mekanizmaların işçilerin eline geçmesi, bu dönemdeki işçilerin aktif katılımı olmadan alınan kararların veya işçilere sendika tarafından kapatılan kapıların önüne geçmek demekti. TEKGIDA-İŞ eylemin başlangıçında ve sonunda uyguladığı referandum yeni bir karar mekanizması idi ve doğru değerlendirilip kullanılamadı. “Genel grev!” sloganlarinin arasında önemi ve işlevi kayboldu.
Taban iradesi bu yöntem üzerinden örgütlenebilir ve tüm emek güçlerinin katılımları da sağlanılabilinirdi.

Sol bu dönemde ciddi olarak neyi savundu? Genel grevi. Halbuki genel grevi 4 Şubat'da TEKEL işçileri gerçekleştirmişti. TEKEL işçilerin mücadelesi, 4C ye karşı mücadeleden, Genel Greve oradan da iktidarın alınmasına gidecek düz bir yol asla olmamıştır. Genel Grev sloganı, ki özünde doğru olan bu slogan, solun reformist örgütlerinin elinde tamamen gerçeki olmayan bir slogana dönüşmüştü. Genel Grevin radikalliğine sığınmak, işçi sınıfı içindeki mücadelede doğru tavır alınıldığı anlamına gelmiyor.
Genel Grevin hazırlanması için gerekli en önemli adım hep atlanılmıştır. İşçi sınıfının diğer kesimlerinin ve bunların mücadele eden kesimlerinin harekete geçirilmesi atılması gereken adımlar. Yani ortak komitelerin kurulması. Mevcut sendikaların önemli bir kesminin TEKEL mücadelesine soğuk davranışı bu tür ortak komitelerinin kurulması ile ancak aşılabilinirdi. İşçilerin önemli bir kesminin konjektürel olarak ağır bir kriz döneminde geçerken kaybedilen haklara karşı, ortak mücadelenin gerçekleşmesi için ortak komitlerin kurulması gerektiği zorunluğudur.
Somut olarak işçi sınıfının birliği, salt TEKEL işçileri ile olamazdı. İşçi sınıfının çeşitli kesimlerinin bir araya gelerek, mücadelenin rotasının karar verilmesi ve burada daha güçlü bir çizginin ortaya çıkması anlamına gelirdi. İşçi sınıfının çeşitli kollarının ortak komiteleri kurulması için neredeyse hiçbir girişimide bulunmadı. Buradaki nedenlerden biri de, Türkiye'deki bir çok sol grupların işçi sınıfı içerisinde örgütlü olmamasından kaynaklanıyor. İşçi sınıfı içerisinde az da olsa örgütlü olan örgütler ise, TEKEL mücadelesi ile kendi örgütlü oldukları iş kollarındaki mücadeleyi birleştiremediler. Yani, madencilerin, tersane işçilerin ölüm haberleri, kot ve deri işçilerinin hastalık haberlerinin ve Marmaray'dan Çimene kadar geniş bir ağda işçilerin grev ve eylemlerinin yüksek olduğu bir dönemde solun pasifliği manidardır. 1 Mayıs Taksimin tarihsel bir rakama ulaşması bu mücadelerin ve gerçekliğinin sonucudur. Sol TEKEL üzerinden bir emek cephesi açamadı. Sol TEKEL'in yarattığı dalgalanmada yukarıda bahsedilen dar perspektiflerle hareket ederken, kaybolmuş itibar ve gücünü kısmi olarak tazelemek ile sınırlı kalabildi. Aynı süreçte başlayan sendikal bürokrasisinin sarsıntısı, 1 mayıs sürecinde devam ettirilemedi. Dar hesaplar ve DİSK in göşteriş sevdası nedeniyle 26 Mayıs sürecinde Türk-İş üst yönetiminin açık gerici ve devletci sendika bürokratları ile yenilenmesi sürecine dönüştü. Yani Türk-İş yöneticileri TEKEL sürecinde sallandılar ama dökülenler olmadı. Şu anda Türk Metal ve diğerleri ile yenilenmiş daha katı bir bürokrasi iş başındadır. Sendikalar içerisinde devrimci bir muhalefetin oluşturulaması önemli bir sorun teşkil etmektedir.

Tekel özelleştirme politikları karşısında sol ve sendikaların siyasal tutum ve teşhir ötesine geçemeyen, doğru taleplerle birleştirilemeyen süreci ile de tescillenmiş oldu. Tekel özelleştirmelerinin kurbanı ise kürt bölgesidir.
Çalışır durumda olan ve 300.000 tütün üreticisinden tütün alıp işleyebilecek durumda olan Diyarbakır, Batman, Adıyaman, Bitlis depo ve fabrikaları işçilerin denetiminde devletleştirilebilinirdi, hem bu şekilde işçilerin sermaye konusunda ve diğer altyapı konusundaki eksiklikleri gidirebilir hem de üretim üzerinde tek söz hakkı işçilerin olabilirdi. Bunun tarihsel örnekleri Latin Amerika'da yaşanılıyor. Buna en aktüel örnek ise Arjantin'deki Zanon keramik fabrikasıdır. Bu yol ile özellikle yüzbinlerce kürt köylüsünün mağduriyetini ve ekonomik çöküşü engellenilebilirdi. “Özelleştirmeyip, işçilerin demokratikleştirilmesinin” örneklerinden biri olarak da belki Latin Amerik'daki örnekleri Türkiye’ye de sıçrayabilirdi.


Solun küçük bir kısmı komitelerin kurulması için girişimlerde bulunmuştur. Ama onların da eksik bıraktığı nokta ise, işçi sınıfının çeşitli örgütlerinin ortak mücadele etmesi için, TEKEL mücadelesine destek veren örgütlerin bir araya gelmesi zorunluluğuydu. Burada her örgüt kendi ideolojik çizgisinin doğruluğuna inanarak, işçi sınıfının reformistlerinden,merkeziyetci ve devrimci örgütlere kadar uzanan geniş bir çizgide, tüm örgütlerin bir araya gelmesi için girişimlerinin olmamasıdır. Bir kısmın CHP'yi, diğer bir kısmın BDP'yi, diğer bir kısmın ulusalcı olmayanları, bir başka bir kesmin ise tamamen tek başına hareket ettiği bir ortak eylem cizgisinin doruğa oluştuğu bir mücadele oldu TEKEL mücadelesi.
İşçi sınıfının birliğini, kendi partilerinin bir şekilde işçi sınıfı içersinde tek güç haline dönüşmesi durumuyla birebir tutulduğu içindir ki, ortak çalışmalardan daha çok, işçi sınıfı içersinde kimin ne kadar daha çok işçi kazandığı bir çalışmaya dönüştüğü anlarda olmuştur. Tabiki TEKEL mücadelesinin önemli bir sürecine girildiği bu dönemde, partiye 'kazanılmış' TEKEL işçilerin nerede olduğu sorusu ise cevapsız kalmaktadır.

TEKEL mücadelesinin, tekrar kabarmasının şartları hazır bulunmaktadır. Anayasa mahkemesinin olumsuz karar vermesinden sonra, TEKGIDA-İŞ in dediği gibi bir mücadelenin tekrar başlatılması söz konusu olabilir. Bu ama yasal süreci beklerken, bir çok işçinin artık kendi örgütlü gücünden daha çok kemalist devlet aygıtının AKP’ye karşı olan tavrından beklenen bir umutla sonlacağı için bir çok umutsuzluk ve 4C ye tümüyle kabul ile bitebilir ve mücadelenin önünde engel olur. Diğer bir ihtimal ise işçilerin kendi inisiyatfileri ile başlatacağı bir eylem süreci olabilir. Bunların yanısıra UPS işçilerin ve diğer işçilerin devam eden mücadeleri de vardır. Yani işçi sınıfının önümüzdeki süreçte işçi mücadeleriyle tanışması devam edecektir. Bu süreç zorunlu olarak, ya işçi sınıfının bağımsız ve kendi çıkarlarını savunan devrimci marksist bir işçi partisinin çıkmasına gidecek yolu açacaktır ya da işçi sınıfının mücadelerinin reformist ve küçük burjuva önderlikler elinde hüsran ile bitmesi ile sonuçlanacaktır.


Suphi Toprak

6 Haziran 2010 Pazar

''Özgürlük konvoyundaki'' katliamdan sonra

İsrail-Filistin uyuşmazlığına devrimci çözüm!

31 mayısın erken saatlerinde, İsrail deniz kuvvetleri komandoları Gazze’ye yardım taşımakta olan “özgürlük gemisi”ni basarak 9 aktivisti katletti. İçinde 37 ülkeden 663 aktivistin bulunduğu, on bin ton insani yardım malzemesi (yemek, sağlık malzemeleri ve yapı malzemeler) taşıyan gemi İsrail’in 64 kilometre uzağında, uluslar arası sularda bulunmaktaydı.
1.5 milyon ile dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden olan Gazze Şeridi, 2007 Haziranından beri İsrail ablukası altında. Gazze’deki İsrail işgalinden sonra 1400 Filistinli katledilmiş ve abluka altına alınan bölgeye ev yapı malzemeleri ve yaralılara ilk yardım malzemesi girişi imkansız hale getirilmiştir. Birleşik aktivistler birçok defa ablukayı kırmak için deniz yolunu kullanmaya çalışmıştır.

Bu durum tek başına olan bir istisna değildi: Aynı gün Amerikalı bir eylemci Kalandiya'daki bir eylemde İsrail'li askerlerin göz yaşartıcı bombanın yüzüne atılması sonucu sol gözünü kaybetti. Yabancılara yapılan saldırılar İşgal edilmiş bölgelerdeki Filistinlerin öldürümesinden daha çok medyanın gündemine geliyor – Ama Filistinlikere her gün kurşunlanıyor.

Protestolar


BM'nin dünya güvenlik konseyinde ABD nin veto hakkı var. Buradaki açıklamada ''İnsan yaşamının kaybedilmesi üzücü'' denilmesi, kimin burada sorumluğu olmadığını söylerek geçiştiriliyor. Batılı basın gemilerdeki gönüllülerin bu ölümlerden kendilerin sorumlu olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü sopa ve demir çubuklarla saldıraya karşı kendilerini savundukları için.
Buna rağmen tüm dünyada bu askeri saldırı protesto edildi, hem emperyalist ülkelerde hem de yarı sömürge müslüman ülkelerde. Yunanistan'da hükümetin kemer sıkma kararlarına karşı sokalardaki eylemler yapan halk, militan protesto eylemlere sahne oldu. Ama en dramatik protesto eylemleri Türkiye'de oldu, öldürülen eylemcilerin Türkiye kökenli olmasından dolayı. Binlerce öfkeli protestocu İsrail'in Ankara ve İstanbul'daki konsoloslukların önünde eylemler gerçekleştirdi.
Bu saldırı İsrail ile Türkiye'nin ilişkilerine zarar verdi. Türkiye bir NATO üyesi ve İsrail'in bu bölgedeki en yakın diplomatik ve askeri ilişkileri olduğu dostu. Ama Türkiye hakim sınıfları içindeki devam eden mücadele ( islami tabanlı AKP hükümeti ile geleneksel laik Türk ordusu arasındaki) Başbakan Erdoğan'ın Filistin yanlısı bir tutum almasını kolaylaştırdı. 2008 yıllındaki Gaza'ya yapılan israil saldırısını açıktan Türkiye kınadı. Ama Türkiye İsrail arasındaki askeri ortaklık devam etti ve buna dahil olarak silah ticareti ve ortak askeri operasyonlarda bundan şimdiye kadar etkilenmedi.

Türkiye Kuzey Akdeniz bölgesinde ve Ortadoğu'da belirleyici güç olmak için çaba sarf ediyor ve ABD´nin tam himayesinde ( ve İsrail'in desteğinde) olmayan bir dış politika gütmeye çalışmaktadır. Bunun yerine müslüman ülkelere ve diğer güçlü yarı sömürge ülkelere yönelmektedir. Buna güncel bir örnek, İran'la yapılan Türkiye ve Brezilya'nın da imzaladığı nükleer anlaşmalardır. İran'ın başka ABD uygulamalarından koruyacak bir girişim olarakta değerlendirilebilir.
Buna rağmen Filistin halkının haklarını savunması ikiyüzlüdür. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundna bu yanı kürt halkını ve diğer azınlıkları ezmektedir. Yaklaşık 14 milyon ( nufusun neredeyse %20 si) Kürdün Türkiye'de en temel hakları verilmemektedir ve onların politik partileri düzenli olarak baskı altında tutulmaktadır. Doğu anadolu'daki kürt köyleri ve şehirleri askeri bir işgal altındadır. Buradaki durum Batı Ürdün'deki Filistin topraklarından asla daha farklı değildir.

İsrail hükümetinin savunucuları diyorlar ki, bu katliamlara yapılan her türlü eleştiri anti semitizmdir. Evet, İsranin koloni projesi ve onunla oluşan şiddet ve atmosfer anti semitizmin yayılmasına yol açıyor. Özelikle müslüman dünyasının sağcı güçleri bu durumdan son derece memnunlar, israil'in şiddetini ve ''yahudilerin komplolarını' eleştirerek, kendi halklarını ezmelerini ve rüşvetci rejimlerinin gündemlerini değiştirebiliyorlar.
Yalnız bu tür suçlamalar, İsrail'de de binlerce insanın aynı şekide bu saldırıyı protesto ettiğini göz ardı etmektedir. ( Yüzüne gaz bombası atılan amerikalı eylemci aynı zamanda yahudi idi)

Perspektifler

Bu katliam bir kez daha gösteriyor ki, barış süreci –kapitalist sınıflar arasında Orta Doğu’daki barışın sağlanabilmesi için girişim denemesi– bir çıkmaz yoldur. 1993 Oslo barış anlaşmalarından sonra Filistinli kitleler, İsrail yerleşim yerlerinin işgal topraklarında yayılmasından sonra sefalete doğru sürüklendi. Bu bağlamda; İsrail ve Filistin’deki işçiler fazlasıyla milliyetçilik zehiri ile zehirlendi.
Sözde barış sürecinde, işsizlik oranı yükselir iken, El-Fetih partisinin önderliği zenginleşmiştir. Onlar, İsrail ile olan işlemleri ve anlaşmaları yaparken ve bu sırada İsrail tüm sorunlardan sorumlu kılarken, sağcı Hamas, El-Fetih liderliğindeki büyük bir yükselmeye yol açarken mutluydular. Aynı zamanda İsrail politikası her zamankinden daha fazla sağcı partiler tarafından hakimiyet altına alınmıştı.
Bu kısır döngüden kurtulmanın tek yolu, İsrail ve Filistin’deki devrimci solun savunduğu, geçmişte çok popüler olan perspektiftir. Siyonist devlet, Yahudilerin çoğunlukta olmasını muhafaza eden ve bu arada Filistin nüfusunu hariç tutan bir sisteme dayanır: 5 milyon Filistinli mültecinin bölgede (velilerinin ve dedelerinin sürüldüğü) yaşamasına izin verilmezken, İsrail’in Arap vatandaşları temel haklara sahip değillerdi. Bu devlet; genel demokratik, laik bir toplum ve bölgedeki bütün insanların eşit haklara sahip olabilmesi için, devrim yoluyla devrilmeli. Bu, İsrail’in işgal ettiği yerleşim bölgeleri, filistinli mülteciler ve her şeyden önce büyük sosyal eşitsizlik konularını gidermek amacıyla tek yoldur.

Bu bölgede sadece işçi sınıfı böyle bir programı uygulayabilir. İşçiler – Filistin kenar mahalelerinde yoksul kitleler, İsrail’deki işçi sınıfı ve tüm dünyadan yüzbinlerce göçmen işçi- gerici önderliği bırakmalı ve devrimci, sosyalist bir perspektif kazanılmalıdır.

Olanaklar

Biz, Filistin özgürlük mücadelesini koşulsuz kabul etmeliyiz, ama aynı zamanda Filistinlilerin gerici önderliğine karşı (ister Fetih ya da Hamas olsun) amansız bir mücadele vermeliyiz. Bu önderlikler gericiden fazlasıdır. Onların bu mücadeleyi kazanabilmek için bir perspektifi yoktur, çünkü onlar ya emperyalistlerin enternasyonal toplumuna, ya da bölgedeki sağcı müslüman rejime güveniyorlar, kıyaslanamayacak kadar iyi silahlı İsrail ordusu ile umutsuz askeri çatışmalar eşliğinde.
Gereken şey, sadece Filistinli kitlelerin haricinde, enternasyonal işçi sıfını da seferber edebilecek bir stratejidir. Bu durum, İsrail devletinin silah teminini engelleyerek ( geçmişte Yunan liman işçilerinin yaptığı gibi) ve İsrailli işçileri sömürüye karşı genel mücadeleye dahil ederek mümkün olabilir.
Bizler dünya çapında gösteriler düzenlemeliyiz ama aynı zamanda devrimci-marksist pozisyon ile küçük burjuva pasifistleriyle ya da dini akımlar arasında keskin bir çizgi çizmeliyiz.MHP ve NPD gibi faşist güçler bu gösterilerin dışında tutulmalıdır.

İsrail devletinin cinayetlerini protesto edin !
Gazze Şeridine uygulanan abluka kırılsın!
Filistin için işçi dayanışması! Silahların tedariği durdurulsun!
Orta Doğu’da devrimci sosyalist bir hareket için !

RIO, 5. Juni 2010

22 Mayıs 2010 Cumartesi

26 Mayıs'da TEKEL işçileriyle dayanışma ve madenci ölümlerine karşı Genel Greve

TEKEL işçilerinin mücadelesinde başından beri mücadelenin önünde engel olan Türk İŞ başkanı Mustafa Kumlu'nun 1 Mayıs'da Taksim meydanından kovulmasından sonra, Türk İş Türkiye çapındaki eylem gününden geri çekildiğini belirtti.

Şimdi ise 26 Mayıs'daki katılımın daha öncesine göre, daha dar bir eylem günü olarak geçileceği kesin. Sendika bürokrasisinin kontrolü dışında gördüğü bu tür gelişmelerin ön belirtileri bir çok sefer TEKEL mücadelesinde ortaya çıkmıştır. TEKEL mücadelesi geldiği nokta itibariyle artık kapalı kapılar ardındaki ikili görüşmelerle çözülecek durumdan çıkmıştır. Kumlu ve arkadaşları TEKEL mücadelesinin önündeki bir engele dönüşmektedir ve TEKEL işçilerin basıncına karşı Kumlu ve arkadaşları artık açıktan karşı durabilmektedir ve ikna durumu da artık yoktur.

Bu durumda ne yapılması gereklidir? TEKEL mücadelesinin dinamiklerini oluşturan işçiler ve onların sendikal temsilcileri mevcut güçleri ile beklentileri karşılayamazlar. O yüzden TEKEL işçilerinin güçlerini dinamize etmek gerekmektedir! Bunun için TEKEL mücadelesinin talepleriyle gündemdeki diğer işçilerin mücadeleri birleştirmelidir.

Tüm ülkeyi 32 tane madencinin hayatını kaybetmesinin acısı sarmış durumdadır. Ve herkes biliyorki bir iki hafta sonra bu olay unutulacaktır. 2002 den bu yana 544 maden işçisi hayatını kaybetmiştir. Değişen bir şey olmadığı gibi, taşeronlu çalışma sistemiyle durumları daha da kötüleşmiş, başbakan madencilerin ölümünü kaderleri diye açıklamıştı.

Bir yandan TEKEL mücadelesi başta olmak üzere Tar-iş, Kent-İŞ, Marmaray, İtfayiye işçileri, Çemen tekstil işçilerinin mücadeleleri önemli bir ivme kazanmıştır. Diğer bir taraftan ise maden ve tersane işçileri iş cinayetleri, kotlama işçileri ise hastalık sonuçlarında hayatlarını kaybetmektedir. Bu mücadeleri tek bir TEKEL mücadelesiyle sınırlamak, TEKEL işçilerinin kaybetmesini istemek anlamına gelmektedir. TEKEL işçilerinin mücadesinin yükseltilmesi yukarıda sayılan iş mücadelerini başta olmak üzere işçi sınıfının ortak bir noktada buluşturabilmek olmalıdır. Çeşitli vesilerle işçiler arasında karşılıklı ziyaretler olmuş ama bunları şimdi bir ilerki noktaya taşıma zamanıdır.

Onun için 26 Mayıs'daki eylem günü acilen Maden işçilerini anma gününe de dönüştürülmelidir. Hali hazırda mücadele yürüten işçileri bu mücadeleye organik bir parça olarak çekmek gerekmektedir. Planlamaya bu işçi temsilcileri de katılmalıdır. Ortak komiteler kurulması artık kaçınılmazdır. 1 Mayıs Taksim’in vermiş olduğu moralin 26 Mayısa taşınması durumunda, işçi sınıfı önümüzdeki sürece daha toparlanmış halde girecektir. Türk İş içerisinde mücadeleye karşı açıktan tavır alan Kumlu ve yönetimi görevden en kısa sürede uzaklaştırılmalıdır. İşçilerin Türk İş yönetimine karşı olan tavrı, TEKEL işçilerinin mücadelesinin gereklerine göre şekilenmeldir.

26 Mayıs'da TEKEL işçileriyla dayanışma ve madenci ölümlerine karşı Genel Greve
Ülke çapında ve yerelde işçi komiteleri kurulmalıdır
4/C nin kaldırılması
Özelleştirilmesinin durdurulması ve TEKEL başta olmak üzere özelleştirilen tüm kurumların işçi kontrolünde kamulaştırılması gerekmektedir.

Suphi Toprak (Devrimci Enternasyonal Örgüt)
21.05.2010

Yunan hayaleti

Yunan işçileri ile dayanışmaya !

Yunanistan’da, 5 Mayıs tarihinde 3 milyondan fazla işçi, yaptıkları genel grev ile ülkeyi ‘felç edecek’ hale getirdi. Plan; Okulların, büroların, dükkanların ve havalimanlarının kapatılmasıydı. Sadece Atina’da 200.000’den fazla kişi, sosyal demokrat hükümetin aldığı mali tedbirlere karşı protesto gösterisi yaptı. Aynı gün Yunan parlementosu kemer sıkma paketini yürürlüğe soktu. Buna göre : 2 Ay önce arttırılan KDV oranı yeniden arttırılarak %23 oranına getirildi. Devlet sektöründe çalışanların ve emeklilerin maaşlarına zam yapılmayacak ve devlet sektöründe 2 maaş ikramiyesi kaldırılacak. Bu kemer sıkma paketinin asıl amacı; Yunanistan’ın 110 milyar euroluk yardımı alabilmesidir.

Burjuva basını, Yunan halkından ‘ülkeyi kurtarabilmek’ için, bu sancılı dönemde alınan kararları anlayışla karşılamasını vurguluyor. Gerçekte ise, Yunan halkı bu kurtarma paketinden yararlanamayacaktır. Yunan devletinin 300 milyar dolar borcu vardır ve bunun büyük bir bölümü yabancı kamu bankalarına (örneğin; 70 milyar € Fransız bankasına, 40 milyar € Alman bankasına). Eger Yunanistan borçlarını ödemekte gecikirse, kendi devletleri tarafından ‘bankaları kurtarma’ paketi tarafından kurtarılan bankalar, büyük zararlar görecektir. Bu kurtarma paketinden gelecek olan para, borçları geri ödeyebilmek için AB’nin emperyal ülkelerine akacaktır. Aslında bu AB’deki büyük güçlerin bankaları kurtarabilmek için planladığı bir yöntem.

Yunan halkının uyguladığı sürekli direniş yatırımcıları korkuttuğu gibi, ayrıca dünya borsalarında dalgalanmalara neden oluyor. Kapitalistler, Portekiz, İspanya, İtalya ve İrlanda’daki sosyal ve ekonomik durumun daha iyi olmadığını açıklıyorlar. Avrupa kıtasındaki bütün işçilerin mali tedbirleri reddedeceği korkusu, Avrupa’da dolaşan bir ‘Yunan hayaleti’ dir.

Bu şiarın sebebi, bitmek tükenmek bilmeyen ‘ tembel Yunanlar’, ‘olanakları dışında yaşamış olan kişiler’ ve ‘ kendi finansal sorunlarından bihaber’ gibi propagandalara karşıdır. Avrupa’daki işçiler bu propagandayı reddetmelidir ve Yunanistan’dan bir örnek almalıdır. Bizler, kapitalistlerin krizleri için ödeme yapmamızı sağlayacak her türlü denemede bulunanlarla mücadele etmeliyiz. Bu yönde atılacak olan ilk adım, Yunanistan’daki grev hakkında dayanışma eylemleri düzenlemek olmalıdır.

5 Mayıs’taki protesto, bir bankadaki yangında hayatını kaybeden 3 işçinin trajik ölümlerinin gölgesinde gerçekleştirildi. Bu kundakçılığın kim tarafından düzenlendiği bilinmeyen bir durumdur. Bu anarşistler tarafından gerçekleştirilmiş olabilir ama aynı zamanda da faşistler ya da devletin provakatörleri de bu ihtimal dahilindedir. Eğer anarşistler ise, yangından sonra ortaya çıkan bu sekil izole ‘militan’ eylemler kapitalizme karşı işçi sınıfının mücadelesini ileriye taşımaz, çünkü devrimcileri işçi sınıfından soyutlatır. Bunun yanısıra biz kapitalistlerin mülkiyetlerini yıkmak yerine, devralmak istiyoruz.

Bu ölümlerin politik sorumluluğunun kime ait oldugu konusu ise açıktır; Bu işçilerin hayatlarını mahveden hükümetten kaynaklanıyor, gösterilerde şiddet ortamını yaratan ve saldırılarda bulunan polislerden kaynaklanıyor. En önemlisi ise, işçilerin grevlere katılmasını engelleyen, gösterilerin güzergahı üzerinde, yangın koruması olmadan banka binasını kilitleyen banka sahiplerinden kaynaklanıyor bu durum. ( Bakınız : “Ein Angestellter der angezündeten Bank spricht über die tragischen Todesfälle”.)

Yunanistan’da işçilerin direnişi devam edecektir. Sendika liderleri şu sıralar militan ağız kullanıyorlar ama onlar hükümetin sosyal demokrat partisi PASOK’a bağlı durumdalar. Bundan dolayı, onların ‘vatanın çıkarları’ ve işçi sınıfının çıkarlarına karşı kapitülasyon adı verdiğimiz anlaşma bilinmezdir.

Sadece tutarlı bir devrimci politika tedbir paketine karşı ciddi bir tepki verebilir. Buna göre : Yunanların yabancı bankalara olan borçları silinmelidir. Bankalar kamulaştırılmalı ve işçilerin kontrolü altında olmalıdır. Spekülasyon ve sermaye kaçışı, dış ticarette bir tekel tarafından durdurulmalıdır. Yunanistan’ın inanılmaz yüksek askeri harcalamaları bir son bulmalı ve milisler tarafından değiştirilmelidir. Bu önlemlerin uygulanması için, işçi örgütleri Yunan ve uluslararası kapitalist sınıftan bağımsız bir işçilerden oluşan bir hükümet kurmalı.

Sadece devrimci bir işçi örgütü protestoları temel değişim yönünde sürdürebilir. Yunanistan’daki çok sayıda büyük radikal sol kuvvetleri bunun için mücadele edecektir ve bizler de onlarla dayanışma içerisinde olmaya çalışacağız. Ayrıca, yakında bununla ilgili troçkist bir örgüt olan OKDE ile yapılacak olan röportajı yayınlacağız.

  • Yunan hayaleti Avrupa’yı sarsın!
  • Yunanistan’daki genel grevi ve direnişi dayanışma eylemleri ile destekleyelim!
  • İşten çıkartmaya karşıyız, maaşların azaltılmasına karşıyız. Kapitalistler kendi krizlerinin bedelini kendileri ödemek zorundadırlar!
  • Borçların ödenmesi dondurulmalıdır. Kamulaştırılan bankalar işçilerin kontrolü altına alınmalıdır!
  • Sosyalist bir Avrupa için!

RIO, 15. Mai 2010 ( Türkçe çeviri : Rojhat Baran )


2 Mayıs 2010 Pazar

Sosyal Şoven TKP

TKP’nin yayın organı Komünist’in 260 sayısında ‘‘Günümüz koşullarında Talât Paşa'yı anlamak’’ Tevfik Cavdar’ imzalı makaleyi okuyanlar, TKP’nin Şovenizmini anlıyabilir. Ermeni halkına karşı yapılan jenositin T.C. tarafından inkar edildiği, Ermeni katliamın varlığını savunanlara karşı topluca linç denemelerin gerçekleştiği bir ortamda, Tevfik ÇAVDAR tek derdi, Talat Paşayı bizlere ‘‘doğru göstermek’’. Tevfik Cavdar yazısına bir soru ile başlıyor, ‘‘Talât Paşa'yı nasıl bilirsiniz? Bu sorunun en net cevabı Talât Paşa'da kim ne görmek istiyorsa onu gördüğüdür.’’ Ve Talat Paşaya karşı politikaların sorumlusuda hemen bulundu: ‘‘Talât Paşa ya da tehcir bunca yıl sonra niye bu kadar gündeme gelmektedir? Yanıt emperyalizmin politikalarında aranmalıdır.’’ TKP sosyal Şovenizmene hemen de bir kılıf bulmuştur. Ermeni sorunu, nasılsa unutulmuş gitmişti. Durup dururken başımıza bunu ancak Emperyalistler çıkartmış olabilirler. Ne de olsa Bu katliamı gündeme getirmek gibi bir devrimci görevi TKP kendinde görmemekte, bu konudaki devrimci girişimlerden rahatsız olmakta olduğunu ise ifade etmekten geri kalmayan bir şovenist partidir. Lenin ise şunu demektedir ‘‘ Üçüncü Enternasyonale katılmak isteyen her parti, sadece açık sosyal yurtseverlik değil, fakat sosyal pasifizmin sahtelik ve ikiyüzlüğünü de teşhir etmekle yükümlüdür.’’ ( Lenin, 3. Enternasyonale katılma Koşulları, 6. madde.)

Talat Paşayı bize tanıtmaya başlıyor şovenist TKP; ‘‘Bir kere Osmanlı İmparatorluğun'da sıradan bir vatandaş, posta memurluğundan nazırlığa, sonradan Sadrazamlığa yükselen mütevazılığı ile ün salmış bir devlet adamıdır. Osmanlı'nın ilk ve son sivil yaşamdan gelmiş başbakanıdır. Vezirlik rütbesini (Paşalık sanı oradan gelir) ancak 1917'de Sadrazam olduğu zaman alabildi; böylece İttihat ve Terakki'nin Reisi Umumisi Talât Bey, paşalığa terfi etti.’’ TKP, halkımızı bayat kemalist kitaplarla aydınlatmaya çalıştığı için, Milli Eğitim Bakanlığından kutlama alacağından şüphem yoktur. Epeyce de meziyetleri sayılmış burada. TKP tabi ki Talat Paşanın partisi olmakta övünebilir. Bizim böyle bir derdimiz yoktur.

TKP Talat Paşa konusunda bizi uyarıyor, diyor ki: ‘‘Talât Bey'i suçlayanlar tek olay olarak Ermeni tehcirini gündeme getirirler. Tehcir, Ermeni çetelerinin doğudaki (Rus) cephenin arkasında, sürekli olarak askerimizi taciz etmesi, Çarlık ordularına açık bir biçimde yardım etmesi nedeniyle alınmış bir karardır’’ TKP’de kendine göre haklı, Talat Paşanın meziyetlerini sıralamak varken, tuturmuşlar devrimciler Ermeni Katliamı diye. Burada ki bazı deyimlere iyice bakalım bir. Ermeni çeteleri, TKP’nin askerlerini taciz etmiştir. TKP kendisini Osmanlı devleti yerine koyup, askerlerini de bizim demeden utanmamaktadır. TKP’ye sormalı, Askerler onlarınsa, Askerlerin işgal ettikleri ve öldürdükleri kişilerin sorumluluğu da TKP’ye ait mi? TKP’ye parti amblemi olarak Osmanlı bayrağını ne zaman kullanmak istiyor? Ermeniler sanki durup dururken, Ruslarla ortak olup, TKP askerlerine (düne kadar Osmanlı askerleri olarak biliyorduk biz onları) saldırmış gibi bir yorum var burada. Ermeni halkına karşı gerçekleştirilen katliamlardan ya da Ermeni halkının kendi geleceğini tayin etme hakkından en ufak bir cümle bile yok. Pantürkizm ve jöntürklerin Osmanlı içersindeki rollerinden ve katliamdaki sorumluklarına değinmekten bilerek kaçınılmış.

TKP dur durak bilmeden şovenist tavır almaktan geri durmuyor ‘‘Zaten 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan, Fransız, İngiliz vb. emperyalist ülkeler doğu ve güneydoğu Anadolu misyoner kolejleri açarak Ermeni ayrılıkçı hareketini desteklemiş ve yükseltmişlerdi. İddia edilen ölümler, bu tehcir sırasında, göçen kafilelere saldıran Türk ve Kürt çeteleri tarafından meydana gelmiş. Ayrıca ağır yolculuk koşulları telefatın artmasına neden olmuştur. Tehcir kararı Talat Paşa'nın dahiliye nazırlığı sırasında alınmıştır. Bu kararı eleştirenler, Milli Mücadele sırasında Anadolu Rumlarının İonya adına, nasıl silahlanıp savaşa katıldığına tanık oldular. Nitekim Lozan Antlaşması gereğince yapılan ünlü mübadele olayının nedeni budur; bir yerde mübadele işlemi de bir çeşit tehcirdir. İlave etmeğe hacet yoktur. Tehcir nedeniyle kırılan Ermeniler bilinçli bir soykırım isteğiyle kırılmamışlardır. Savaş gereği alınan bir tedbirdir bu. Osmanlıların Rumeli'den çekiliş süresince, özellikle Balkan Savaşı sırasında yüz binlerce insanın İstanbul'a, Anadolu'ya kaçarken kırılması gibi...’’ Osmanlının bir halklar hapishanesi olduğundan tek bir noktada bile değinilmemiş. Rumların, Ermenilerin, daha önce balkan halklarının ve Arapların isyanlarını tek bir Emperyalizme bağlamak siyasi aptalıktır. Osmanlı da azınlıkların durumuna bir bakalım; “örneğin, ibadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundaydılar. … çan çalmaları, yeni kilise yapmaları yasaktı. Kilise tamiri için ise devletten izin almak zorundaydılar. Ayrıca ata binmeleri, silah taşımaları, bir Müslümanla karşılaştıkları zaman kaldırımda yürümeleri yasaktı. Elbiselerinin ve ayakkabılarının rengi, kumaşlarının kalitesi değişik olmak zorundaydı. … 16. yüzyılda bir fermanla, yakalı kaftan, kıymetli kumaştan özellikle ipekli elbise, ince tülbent, kürk ve sarık taşımaları yasaklanmıştı. Ayrıca … hangi renk elbise giyecekleri de bildiriliyordu. Örneğin, Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi idi. Evlerini de değişik renge boyamak zorundaydılar. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı, peştamallarına çıngırak takmaları gerekiyordu. … Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı. … Evlerin, Müslüman mahallelere bakan taraflarına pencere yapmaları da yasaktı. … tüm bu yasaklara uymayanlar para ve hapis cezasına, hatta sert bir padişaha denk gelirlerse ölüm cezasına dahi çarptırılırlardı.” (Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s.55-6) TKP Osmanlının bir halklar hapisanesi olduğunu red etmekte. İsyan eden halkların kandırılmış olduğunu iddaa etmektedir. Kurulan Kürt Hamidiye Alaylarının, Ermeni halkına yönelik çete saldırılarının, çöllerde yokedilmesinin sorumlusunun Osmanlının Politikası olduğu ima bile edilmiyor yazıda. Talat Paşa’nın iyi bir örgütcü ve başarılı bir siyaset adamı olduğundan bahsetmekten vazgeçmiyor. Yazarın Talat Paşanın yakın akrabası olması ihtimalini de göz önünde alarak, TKP’nin Talat Paşaya bu ilgisi, açıkca milliyetci, şovenist tutumunun özetidir.

Yazıda ilginç bir noktada şu: Emperyalistler Ermenilere destek vererek çökertmek için elinden geleni yaparken ( Yukarıda da gördümüz gibi) , diger tarafdan da Osmanlıyı güçlendiriyormuş. ‘‘Bu yasa ile günümüzün il genel ve özel idareleri kurulmuştur. Gerçi bu yasa bir anlamda "Düveli Muazzama" denilen emperyalist ülkelerin baskısı üzerine yaşama geçirilmişse de, gene de Türkiye'nin demokratik gelişmesi yönünden önemli bir adımdır.’’

Kendilerini Sosyalizme yamamaya çalışmaları yetmezmiş gibi bir de Talat Paşaya ilaki bir yerden, Sosyalizme ilaki bağlayacaklar. ‘‘Talât Paşa, Sovyet Devrimi'ni sevinçle karşılamış, Brest-Litovsk Barış Antlaşması'yla doğu sınırlarımızı 1878 öncesine getirmiş; Kars, Ardahan ve Ağrı yeniden sınırlarımız içersinde kalmıştır.’’ Alman Kayzeride Sovyet devrimine ilk başta sevinmişti. TKP Alman Kayzeri hakkında ne düşünüyor?

Ermeni katliamının siyasi sorumlusu, Osmanlıdır. Emperyalizmin toprak paylaşımı esnasında, Osmanlının bir halklar hapishanesi olduğunu göz önüne alarak politika yapmasında emperyalist politika açısından bir cıkmaz teşkil etmemektedir. Emperyalizmin buradaki çatışmaları körüklediği bir gerçekse, bu körüklenmeye neden olan sebebler de birer gerçekcilik teşkil etmektedir. Sorun, ulusların bir arada yaşabilecekleri bir siyasi birliğin kurulmamasıdır. T.C.’de bir halklar hapishanesidir. Bu durum böyle olduğu sürece, isyanlar hep olacaktır. Cözüm halkların kardeşliğinden geçer, bu kardeşlik halkların haklarını tanımaktan geçer. TKP bu sorunların cözümünü Ermeni jenozidini inkar ederek ve ulusların kendi gelecegini tayin hakkından (UKKTH) vazgeçmede arıyor. Marksist İnisiyatif ise, jenozidin tanınması ve mağdurlarının haklarının iade edilmesini ve ukgth’nın tanınması için mücadele veriyor.

‘‘Komünistler, ayrıca, vatan ve miliyeti kaldırmayı istemekle şuçlanıyorlar. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız.’’( Marks. Engels) TKP ise kendi çizgisini yurtsever solda belirlemiştir. Bu politik çizgi, ancak belirli bir kitleye cazip gelir. Bu kitlenin parti içindeki temsilcileri bu tabana oynamak için eline geçen fırsatları kullanır. Onun içindir ki, Tevfik Cavdar’ın yazısı parti çizgisinin tutarlı bir devamıdır. TKP ile beraber bir cok ulusal sol güç Kemalizmin kuyrukçuluğundan prim yapmaya çalışıyor. Bu girişimler ancak Kemalizmi güçlendirmekten başka bir şey değildir. Devrimci marksistlerin görevi şovenizmin her türlüsüne karşı mücadele etmektir.


Suphi Toprak


Not : Bu makale, belli bir süre önce yazılmış olup, son çıkan olaylar neticesinde TKP’nin nasıl bir zihniyet taşıdığını yeniden gündeme getirmek açısından, bu blogda yayınlanma kararı alınmıştır.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Gemeinsam gegen die Privatisierungspolitik – international!

Solidarität mit den kämpfenden TEKEL-ArbeiterInnen in der Türkei!

Die Auseinandersetzung:

Seit über 4 Monaten kämpfen die ArbeiterInnen des bisher staatlichen türkischen Tabakkonzern “TEKEL” gegen den Verkauf an den British American Tabacco Konzern (BAT) und damit gegen die Privatisierung ihres Betriebes seitens der türkischen Regierung. Rund 10.000 ArbeiterInnen wurden Ende Dez. 2009 entlassen. Ein Teil der Belegschaft sollte dann zu Hartz IV-ähnlichen Billiglohnbedingungen (dem sog. 4-C Status) vorübergehend wieder eingestellt werden. Dagegen wehrten und wehren sich die TEKEL-KollegInnen.

Mit einem 6-wöchigen Protestcamp in der Innenstadt von Ankara, landesweiten Aktionstagen mit Generalstreikcharakter, Großdemonstrationen und Unterstützung internationaler Gewerkschafts- delegationen ist es ihnen gelungen, ihre endgültige Verabschiedung in die Arbeitslosigkeit in der Schwebe zu halten. Weitere Erfolge waren, dass ihr Kampf die zersplitterte türkische Gewerkschaftsbewegung bzw. deren Führungen zu gemeinsamen Solidaritätsaktionen zwang und dass nationalistische Spaltungen in der TEKEL-Belegschaft (vor dem Hintergrund des türkisch-kurdischen Konflikts) in den Aktionen tendenziell überwunden werden konnten. Das alles führte zu den größten gewerkschaftlichen Massenmobilisierungen in den letzten 10 Jahren!

Der internationale Zusammenhang:

Die Türkei will seit langem in die Europäische Union aufgenommen werden. Die EU und insbesondere die verschiedenen deutschen Regierungen verzögern die Verhandlungen und diktieren der türkischen Regierung immer neue Bedingungen auf. Eine dieser Bedingungen ist, dass die türkische Wirtschaft - seit Kemal Atatürks Zeiten zum größten Teil in staatlicher und/oder militärischer Hand - sich dem privaten (internationalen) Kapital öffnen bzw. in großen Schritten privatisiert werden soll!

Genau das ist mit dem ehemals staatlichen Tabakmonopolisten TEKEL geschehen, indem er weit unter Wert an den BAT verschleudert wurde. Dies hatte zur Folge, dass sich BAT den gesamten ehemaligen Markt von TEKEL, der weit in die arabischen Nachbarstaaten der Türkei hineinreichte, unter den Nagel gerissen hat. Noch gar nicht in Rechnung gestellt ist, dass mit der Übernahme von TEKEL durch den BAT-Konzern zehntausenden kleinen türkischen Tabakbauern mit einem Schlag ihre Lebensgrundlage entzogen wurde.

Der ganze Vorgang ist nur eines der Beispiele wie die türkische Regierung Privatisierungspolitik im Sinne der EU betreibt. Dies stellt ein klassisches Beispiel des Ausverkaufs einheimischer Industrie an imperialistische Großkonzerne dar!

Was hat denn das alles mit uns zu tun?

1. die deutsche Regierung übt als “special-cooperation-partner” großen Druck auf die türkische Regierung aus, mit dem Ausverkauf und der Privatisierungspolitik weiter zu machen!

2. die Bundesregierung treibt auch hier bei uns die Privatisierungspolitik voran (Renten, öffentlicher Verkehr, Gesundheitsvorsorge usw.).

Der Kampf der TEKEL-ArbeiterInnen ist ein glänzendes Beispiel dafür, dass Privatisierung im Rahmen der neoliberalen Umgestaltung der Wirtschaft nicht akzeptiert werden muss. Ihr Mut und ihre Ausdauer sollten für uns, Kolleginnen und Kollegen der deutschen Gewerkschaftsbewegung, ein Ansporn sein!

Der Kampf der TEKEL-KollegInnen ist ein Beispiel dafür, sich nicht nur mit Resolutionen und allenfalls symbolischen Aktionen einzelner Gewerkschaften oder Gewerkschaftsgliederungen gegen Privatisierung zu "wehren", sondern endlich die ganze Kraft aller Gewerkschaften ins Feld zu führen.

Aktuell steht an, den endgültigen Ausstieg der Unternehmen aus der paritätisch finanzierten Krankenversicherung (Kopfpauschale!) notfalls mit dem Mittel des politischen Streiks - bis hin zum Generalstreik - zu verhindern!

In diesem Sinne zum 1. Mai 2010:

Hoch die internationale Solidarität!

Solidarität mit den kämpfenden TEKEL-ArbeiterInnen!

//Münchner Solidaritätskomitee mit den streikenden TEKEL-ArbeiterInnen

27 Nisan 2010 Salı

Letter to Trabzon

What an impatient society are we. We started to hesitate to listen people for only a minute. We do not want to understand even the closest one. Spending the time recklessly and speaking on the ridiculous subjects... We know both very well, but we, as community, do not spare some time to read a little writting or understand the people. Consequently, we became only a "crowd" which is insensitive, blank, thoughtless and unquestioned; because, we did not understand and listen to people. We have herd behaviour, not another thing. We could not become individuals, we can not become too; because, we have already forgotten the humanistic values. We are ready to attack and destroy for all time. A spark is enough to spread the fire. It is enough to give assault with Allah Allah(*). As i said, we are a society having herd behaviour; because, we could not become individuals. How does a person manage and represent him/herself if s/he is not an individual? It is the thing that make people unbearable and treacherous. There are threatening masses on the streets with staff and guns wait for lynching all time: for the country, for the nation, for the flag...

Greece is going to join the 55th Eurovision Song Contest, whose host is Norway, with the song named as "Opa". A lot of people, in the first instance people in Trabzon, reacted to this event. Being the people in Trabzon are the first instance is too interesting, is not it? As well as Trabzon is the city that the Greeks bequeathed the most in the Black Sea and Anatolia as historical. The city that the most remembered when you say Greek or Pontic(Pontus). The city in which clemency and neighborhood relationships are lived the best for the years. You know, Trabzon is always mentioned in the Greek songs... The Greeks who lived in the area from Inebolu to Poti sound Trabzon; because, they loved Trabzon and they die for it. There are lots of Greek songs concerning love and affeciton. They always think their history and what they lived. Then they stare into far aways there are only their tears remained... They have experienced disasters, deportations, genocides, but they have never forgotten both their motherlands and their folksongs, fiddles(kemençe). The only thing they have forgotten is: The grudge and the hostility... Because, their hearts had never let it. Far far away, they have lived this nostalgia silently and lonely, but they always talked of people surviving in their homelands, have never forgotten them. They always hope getting back, watching the sea and the uplands until satisfied, breathing its air... playing the fiddle plaintively or dancing the horon, the dance of the knives... putting to the vicious Black Sea one more time, releasing their fishnets and fishing... How many times they hope returning... If someone asked them that " Do you want to come back today?" in fact, the answer is too clear: we do not hesitate, exactly yes.

The negative reactions of the people lived nera the Black Sea, especially in Trabzon, are disappointing. Here is the society which do not know their history, never read and think communally, don not understand that what have we missed about humanity from past to present. These are the reasons of the negative reactions to the Greece. Do not misunderstood, we love the people lived near the Black Sea, all of our people, all humankind, so we protect our culture. Our duty is that expalining some unseen, incoherent and unknown truths to the people So that, we judge the racism, impatience and discrimination; not the people lived near the Black Sea. Because, the love starts with the knowledge and recognizing...

Stelyo Kapodakis

18 Nisan 2010 Pazar

Universitätsleitung gemeinsam mit Faschisten gegen linke Studierende

Universitätsleitung gemeinsam mit Faschisten gegen linke Studierende

Der politische Alltag geht in der Türkei an keiner Universität vorbei, an der linke, antifaschistische Kräfte sich organisiert haben. Während kurdische Politiker_innen verhaftet, oder vor laufenden Kameras geschlagen werden, werden auch die Linken an den türkischen Universitäten massiv unterdrückt. Und das geschieht seit jeher.

Doch die organisierte radikale Linke ist aus den türkischen Universitäten nicht leicht zu verdrängen. Daher kommt es zur engen Zusammenarbeit zwischen Staat, Universitätsverwaltung und Faschist_innen. Das sieht in der alltäglichen Praxis so aus: zuerst greifen die Faschisten an. Der zweite Angriff folgt dann durch die Polizei. Die Verhafteten, sogar die Verletzten, werden danach von der Uni-Verwaltung der Universität verwiesen.

Die Ülkücüler (Idealisten) sind die stärkste organisierte faschistische Bewegung. Sie sind Anhänger und Teil der MHP (Partei der Nationalistischen Bewegung). Die MHP ist die traditionelle Partei, die seit der 70er Jahren bewaffnet gegen die linken Kräften kämpft. Sie hat sich in den Jahren eher in Richtung der „politischen Mitte“ bewegt, um regierungsfähig zu werden. Trotzdem ist die Basis militant geblieben. Die Führung dieser faschistischen Partei will in der Öffentlichkeit keine Verantwortung für die Angriffe übernehmen. Sie distanziert sich aber auch nicht. Meistens wird versucht, zu erklären, dass die Angegriffenen Linken, Kurden, Oppositionellen an den Attacken selbst Schuld seien. Die traditionellen faschistische Werte wie Rassismus, Antikommunismus, Antisemitismus, Kurdenfeindlichkeit, Panturkismus, türkischer Nationalismus werden von MHP vertreten.

Die zweite Faschistische Kraft neben MHP ist die BBP (Große Einheitspartei). Sie ist eine Abspaltung von der MHP nach dem Militärputsch 1980. Sie hält eher die „islamischen Werte“ hoch als nur den reinen türkischen Nationalismus. Die Ermordung des armenischen Schriftstellers Hrant Dink und der Christen in Malatya wurde durch BBP-Anhänger oder Mitglieder durchgezogen, aber von staatlichen Sicherheitskräften geplant. Es ist bekannt geworden, dass die Polizei von den Mordplänen Bescheid wusste. Auch der Initiator der Mordpläne war ein Polizeispitzel. Auch an den Universitäten sind diese Parteien aktiv – gegen die linken, kurdischen Studentinnen und Studenten, mit Unterstützung der staatlichen Kräfte.

Zuletzt wurden nun 6 Studierende der Marmara-Universität in Istanbul, der zweitgrößten Universität der Türkei, aus dem Studium geschmissen. Im Dezember 2009 bedrohten Faschisten einen kurdischen Studenten, als sie ihn außerhalb der Universität allein erwischten. Als die Faschisten ihn am nächsten Tag mit Schlagstöcken angreifen wollten, konnten Linke dem kurdischen Studenten Schutz bieten und die Faschisten zurückdrängen. Fast alle linken Kräfte haben gemeinsam gegen die Faschisten gehandelt, nur die TKP (Türkische Kommunistische Partei) verweigerte ihre Solidarität mit den anderen Linken, obwohl sie zahlenmäßig die stärkste Linke Kraft an der Marmara Universität ist.

Die Polizei setzte sich mit der Universitätsverwaltung in Verbindung und lieferte ihr die Namen von antifaschistischen Studierenden. Daraufhin wurden 6 Studierende für halbes Jahr von der Marmara Universität verwiesen. Bei den 6 Betroffenen handelt es sich um 5 kurdische Studierende und einen türkischen Trotzkisten.

Wir fordern:

> Schluss mit der Zusammenarbeit zwischen FaschistInnen und Uni-Verwaltung!
> Schluss mit der Unterdrückung von kurdischen und revolutionären Studierenden!
> Für die Einheitsfront der Arbeiterklasse gegen die Faschisten!
> Freien Zugang zu den Universitäten für Alle! Auch für einfache Arbeiter_innen und Bauern/Bäuerinnen!


Suphi Toprak

14 Nisan 2010 Çarşamba

Hangi 19 Mayıs? Pontus Rum soykırımı neyi anlatıyor?

Osmanlı çok geniş bir çoğrafya hakim olan bir imparatorluktu. Osmanlı'nın baskısından bıkan halklar peşi sıra bağımsızlıklarını kazanırken, Osmanlı'da 1908 burjuva devriminden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti kendi politikasını gerçekleştirmek için uygun bir ortam bulmuştu. Panislamizmin ve eski imparatorluğun işlevsizliği artık ortadaydı.

Osmanlı'nın kendi imparatorluk sınırlarını koruyabilmesi hatta belkide bir zamanlar hükmediği bölgelere tekrar kavuşabilmesi için, toplumsal altyapının yenilenmesi gerekliydi. Fabrikaların,tren yolu ağlarının, en son teknolojik savaş gereçlerinin ( tankların ve savaş uçakların kullanılmaya başlandığı bir dönemde bunlar Osmanlı için bir hayaldi) artık savaş meydanlarında boy göstermeye başladığı dönemdi. Emperyalist işgallerin ve sömürülerin döneminde Rusya, Osmanlı,Hindistan, Çin gibi devletler savaşın içersine çekilmeye çalışıldı. Özelikle Rusya ve Osmanlı bu savaş ile birlikte tekrar eski güçlerine kavuşabilmek ve ganimetlerin paylaşımında kazanan tarafta yer alabilmek için savaşa gönülü girdi. Savaşın kazanımları ile birlikte batılı kapitalist ülkelerle olan mesafeyi mümkün olduğu kadarıyla kapatmayı umuyorlardı. Osmanlı askeriyesinin yeniden inşaasını Alman İmparatorluğu üstlenirken, Bagdat'a kadar uzanan bir trenyolu hatı ile buradaki ticari yolların canlandırılması Osmanlı için devasa kazanımlar anlamına geliyordu.

Kemalistler ve ulusal solcular, Osmanlı'nın emperyalizmle olan bu ilişkisini hep tek yanlı görür ve sadece kullanılan bir Osmanlı resmi çizerler, halbuki bu ilişki dengesizde olsa karşılıklıdır. Dengesizdir çünkü güçlü olan emperyalistlerdir. Osmanlının askeri zaferlerle toprak kazanımları bir taraftan çok geniş topraklarda hakimiyet sağlar iken, diğer yandan da hantalaştırmıştır. Özel mülkiyetin osmanlı içersinde devletin kadrolarının ve askerlerinin, daha da önemlisi padişahın elinde toplanması, sanayi devriminden önce batılı ülkelerin burjuva sınıfının ticarete yönelmesi ve güçlenen burjuva sınıfının devletin bürokrasisine ve feodal güçlere karşı iktidarda yerini alması, sanayi devriminde kapitalist ilişkilerin hakim olması, Osmanlı ile Batı ülkelerin arasındaki farkları oluşturmaktadır.

Osmanlı bir süre sonra batılı ülkelerin mallarını alan, aldıkca onlara bagımlı olan bir yapıya dönüşür. Kapitalist sınıfının osmanlı da, tıpkı Rusya'da olduğu gibi, son derece cılız olması Avrupa'da 11. ile 12. ci yüzyılda ortaya çıkan kapitalist sınıfla arasında güç farkını oluşturuyordu. Rusya bu geri kalmışlığını bolşeviklerin önderliğinde sosyalist devrim ile taçlandır iken, Osmanlı, aslında kendisinin devamcısı olan kemalizme geçti.

Osmanlı için 1.ci dünya savaşı yüzyıllardır kaçırdığı kapitalist gelişmeleri çok kısa sürede yakalayabilme şansı yönetenlere göre doğmuştur. Böyle bir ilişki halkaları içersinde İttihat ve Teraki Osmanlının yeniden inşaası gereklidir. Tek bir millet yaratabilmek için azınlıkların bastırılması gereklidir ve bununla beraber Osmanlı'da ticaret ile uğraşan Ermeni ve Rumların yok edilerek, bir müslüman Türk burjuvazisinin oluşturulması gerekmektedir. Devletin hamilik yaparak Kapitalist bir müslüman Türk sınıfın ortaya çıkmasının önünde ilk engeli, Ermeni nufusu oluşturmaktadır. Ermeni tüccarların ortalıktan kaybolmasından sonra, müslüman Türklerin tüccarların rakipsiz kalması ve onların malvarlıkların ve topraklarının paylaşımı da söz konusudur.

Ermenilerin soykırıma ugramalarından sonra Pontus Rumları hedef haline gelmişti. Pontus kelime olarak ''Karadeniz'' anlamına gelmektedir. Soykırım öncesi nufusları 600.000 bin olan Rumların soykırımda 300.000 ile 350.000 Rum katledilmiştir. 1914 yılında 1919 yılına kadar sürsede, cumhuriyet dönemine kadar uzanan 1922 ile 1924 yılları arasında da bilhassa Trabzon'da saldırılar devam etmiştir. Pontus Rumları bunları kendi dilinde Sphagi (katliam) ve Xerisomos (köksüzleştirme) olarak adlandırmıştır. Lozan antlaşmasıyla beraber Türkiye'de yaşayan Rumlar aslında yaşadıkları topraklardan sürülerek Yunanistan'a gönderilmişti. Halbuki Pontus Rumları binlerce yıldır Yunanistan'da değil, Karadeniz'de, Anadolu'da, İstanbul'da yaşıyorlardı. Sadece müslümanlaşmış Rumlar kendi topraklarında kalabildiler. Onlarda Rum olduklarını asla dile getirmeyecek şekilde susmaları şartıyla.
Her sene 19 Mayıs Pontus Rumlarının soykırımı andığı tarihdir. İttihak ve Terakkinin başlatmış olduğu soykırım dalgası, Kemalizmle devam etmiştir. Ermenilerin, Süryanilerin ve Rumların soykırıma uğramasından sonra sıra Kemalizm döneminde Kürtlere gelmiştir. Bir yandan paylaşılan Ermeni, Rum, Süryani malvarlıkları ve topraklarının kemalizm tarafından yasal zeminde organize edilmesi hem tarishsel süreçte bunların yok sayılması hem de türkleştirme politikasının devamı, kemalizmin aslında bu katliamların devamcısı olduğunu gösterir. Asimilasyonun devlet aygıtı tarafından koordineli devam etmesi kemalizmin özeliklerinden biridir.

Pontus Rumların uğramış olduğu soykırımın bu 19 Mayıs'da tartışılması ve gündeme getirilmesi, Türkiye'deki ulusal soruna yönelik bir çözüm girişimi olacaktır. Tarih ile hesaplaşılması, kökenleri ve sonuçları ile ortaya konulması gerekmektedir. Pontus Rumlarının tarihini anlatan müzeler, soykırımı kınayan anıtlar, Yunancadan zamanla farklılaşmış olan Pontus Rumcasıyla yayın yapacak gazete ve medya araçlarına pozitif ayrımcılıkla finansmal destek verilmesi, atalarının yaşadığı topraklara geri dönmek isteyen Rumlara destek verilmesi, bizleri sadece tarihi yargılayan bir noktadan çıkartır, halklar arasındaki kinin bitmesini sağlar.

Suphi Toprak

15.04.2010

6 Nisan 2010 Salı

STRUGGLE OF WORKING CLASS

STRUGGLE OF WORKING CLASS

1. Revolutionary Strategy
• Councils
• Worker Organizations
• Worker Control on Production
2. Attitude in the first four congresses of the 3rd International
3. Working with Bourgeoisie Political Parties
4. Transition Demands
5. Role of Revolutionary Party
6. Duties in the Period In Front of Us

1. Revolutionary Strategy
TEKEL resistance became one that did show the dimensions of economic crisis. In a period in which the workers' resistance such as Marmaray, Kent Is, Taris, Cimen Tekstil, with the TEKEL resistance, it is time to re-evaluate the Left's own revolutionary strategy. That is the point if theories of the political parties, which claim themselves as the leaders of the working class, are useful or not under the hard circumstances. If a theory is not working under the crisis conditions, there is a mistake with that theory. The line that separates the Marxist theories from the others is absolute: Marxist theories are functional in crisis and increasing working class movement periods.
Most of political movements in Turkey practiced to pass silently the period of TEKEL resistance. Active Political movements, on the other hand, placed with the concrete solidarity in the tent city built by TEKEL workers. This Second kind of political movements could success to break workers’ prejudices against the Left. As a concrete result: carrying consciousness to the working class, which is a Leninist principle, was transformed into carrying consciousness by the working class to political organizations. That is a measure, which shows that Political organizations are not ready for such a struggle. One of the aims of this essay is, in the light of experiences of TEKEL resistance, to examine theories and practices of revolutionary part and of other Leftist movements.
Concretely speaking, TEKEL resistance proves that carrying consciousness to working class by political organizations, which is a Leninist principle, in fact, transforms into carrying consciousness to political organizations by working class. This shows that existing political organizations are not ready to such struggle. It became obvious as a result of this basic state that there was no Leninist political party. There is a correlation between spontaneous actions of working class and revolutionary party. But in TEKEL resistance, this became a one-sided situation because where there was a working class, there was not a revolutionary worker party.
But the point worthy to talk about is that what kind of the path is the way going to revolution.
It is necessary to revise the ideas about this question. Movements arguing that the revolution in Turkey will be realized other forces rather than the working class are passive and this passivity is appropriate to the nature of things. There is a trend to remove working class from being the only class that can overcome capitalism and to reduce the working class’ importance with the other classes.
In fact, all petit bourgeoisie movements have a common point: reducing importance of proletariat and Keeping proletariat equivalent with other classes. Anarchist movements aim to create an abstract human profile and revolutionary processes unless having social changes. Movements that support urban guerilla think it is possible to realize the revolution by vanguards with a “steal discipline” and without understanding the concrete situation of working class. Worker support to this fight is important. While Che and Fidel were fighting in Cuba, workers were rebelling and they could realize the revolution. On the other hand, Che lost his life because Communist Party in Bolivia did not support him. So, these two struggles were comprehended two different fights from two different worlds. In practice, working class is reduced to supporting group of vanguards. Nobody even thinks about mobilization of workers without petite bourgeoisie political parties that has a “steal will”. It is even not argued that self-organized worker organizations. They believe in steal will of vanguards and they do not believe in workers can form their own strike committees.
Maoist Communist Party (MCP=MKP), which supports rural guerillas, reveals these ideas: ‘We will improve theoretical and practical, general and concrete struggle in every shields of public war’ (MKP, Resolution no. 101). Working class struggle is one of shields… From now on, proletariat is not the class that will realize the revolution, but it is distorted representation of reality to prove formulas, which are hidden behind the schematic forms. Whenever it even says that working class must learn, in fact, MCP cannot go beyond abstract slogans. Those slogans raised MCP:
‘Unite under the proletariat leadership in public power!’
‘Long live legal and democratic struggle of TEKEL workers for gaining Their rights!’
‘Long live workers and working classes’ unity-solidarity and struggle!’
‘We will win, People will win, people’s struggle will win!’
Actually these abstract slogans are nothing than an attitude that does not have any preparation and looks proletarian struggle from far away.
There is a concrete result which sources from vanguards using themselves in place of working class, and tradition of working with guerilla groups. Those guerilla groups’ point of view affects many Leftist people, too. From now on, struggles are divided into two as struggle of proletariat and struggle of non-proletariat. Groups, which want to realize the revolution rather than to look for the ways making working class as the determinant of the revolution, see the working classes that act for ‘economic demands’ and thus think that political struggle is out of the proletariat. A lack about executing two struggles together. Political struggle is given to the party and economic demands is brought to working class. There are two separate worlds for petit bourgeoisie organizations that do not accept political struggle from inside of the working class. There is an interesting example for this situation. An intellectual, Temel Demirer, comments and declares that: ‘From now on, there are people at the Center of Ankara, who support others on the highs of Dersim.’ Two separate worlds will unite and there is nothing to do for this unification. People in Dersim will certainly take workers’ support. This quotation explains distortion, at all. Broken struggle lines are being established, rather than being unified all struggles under the ropt of class struggle.

A movement that can be called reformist constituted a center in TEKEL resistance. This center was formed by organizations and political parties such as TKP (Turkey’s Communist Party), ODP (Freedom and Solidarity Party), EMEP (Labor Party) and Halkevleri (People’s Houses). They were established on de facto denial of workers’ own organizations. They did not attempt to constitute worker control and worker councils. They tried to get support by addressing ‘back conscious’ of people.

Secretary General of TKP, Erkan Baş, describes TEKEL workers as real defender of the country. In fact, he considers salvation of TEKEL workers the same with loving the country. Supplying an utopist capitalist Turkey to workers as an aim constitutes program of TKP. National consciousness is made the main part of revolutionary conscious of workers. TKP consciously reduces the struggle down to anti-AKP (Justice and Development Party-governing party of Turkey) rather than an anti-capitalist attitude. It is the AKP Government as target, not Turkish capitalists. On the other hand, TKP refrains from organizing workers. Rather than forming common resistance committees, TKP misleads its root. It is argued inside party that if other organizations’ is suitable with TKP’s political workings. In Short, TKP puts its own benefits in front of benefits of working classes.

Generally, those parties met on a line, which did not contain socialism, and they even did not mention necessary steps to form a worker government that was the cornerstone of a socialist regime. While their social demands did not go beyond capitalism, socialism became a dream of far future. However, the problem is to call slogans that bring us socialist revolution in today’s struggle. Reformist movements mentioned above is incomplete at this point and this is not a surprise. Parties that replace themselves with the workers’ government (TKP and EMEP), or ODP and Halkevleri that do not take proletarian dictatorship even into their utopist agenda do not fulfill all the requirements of class struggle.

People, who stayed at Kadıköy on 2009/1st May and argued supposedly the unity of working class, in fact, could succeed to stay away from the practical duties of this unity in TEKEL struggle. In case of TEKEL resistance, lack of experience and rigging, which was necessary to mobilize working class, appeared. People, who turned their back to KESK, DISK and other Leftist groups that wanted to make Taksim as a celebration square, and who legitimized to organize a meeting in Kadıkoy, did not step towards uniting two struggles and did try to realize the unity of working class under one of the most retrogressive attitude of syndical bureaucracy. The problem here is to transform demands about Taksim into general demands of workers. Those groups, which avoid uniting dynamics of demands about Taksim, continue this wrong attitude when it comes to TEKEL struggle. Proletariat has different strata; each has different level in the struggle. To include them in general struggle is a revolutionary duty. Most of the fights become unsuccessful because of breaking among struggles. To unite these different strata of working class, it is necessary to organize all workers around the demands of struggling workers. That is to say, the problem is to not transform TEKEL workers’ demands into strata of non-strugglers; attitude about Kadıkoy has been lived. People, who thought that they provided unity of working class by excluding others executing to celebrate 1st May at Taksim Square, did the same against TEKEL workers. The reason why whose organizations were quiet was that their attitude towards the workers in general.

Attitudes towards TEKEL resistance take this question into the agenda again and again: what is the route of revolution in Turkey?

Revolution means changing owners of political power. Socialist revolution is a step towards socialist society. On the other hand, socialist revolution has its own features. Socialists do not support coup d’états because they do not aim at giving the power to a party, a central committee or, more mistakenly, a leader. The determining character in struggle for power is the active status of working class. Bolsheviks had the majority of population in Soviets when they were struggling for power. In Russia, workers could gain the power with the support of peasants and later then, they both could resist against the White Army attacks in collaboration with imperialists.

If active participation of working class determines the way to socialist political power, how can this active participation be provided? Working class-political power relationship will not be as a result of a bureaucratic order comes from somewhere else. Increasing in working class’ political power is, at the same time, to transfer the decision mechanism to workers’ own organizations. In this process, the aim is both to provide experience to the workers and to make working class closer to consciousness of the party.

Duty of Bolshevik party in this process is to spread the revolutionary program in working class and to organize workers around this program. But the program does not always affect the working class at the same degree because workers have different levels of conscious in different processes. While it was too difficult to pull a small group among TEKEL workers into a revolutionary program couple of years ago, it is obvious that Left groups can develop much better relations with workers now.

One of the particular points here is that a party, which has a revolutionary program and practice, caught the opportunity to organize among workers. In terms of consciousness, various parts of working class are following a wide road. For instance, terms of “motherland” and “nation” can be dominant in TKP. In this way, ideas that are prevalent among workers can be absorbed in a shorter time. But as the struggle becomes widespread, TKP and its nationalist program appears reactionary. This kind of political parties, which represents economic development, does not even think about self organizations of workers controlling means of production. General consciousness level of workers in progression of and at the end of the struggle, in fact, determines workers’ political representators, too.

One of the duties of revolutionary party at this point is to explain its own program in accordance with the struggle conditions by using agitation and propaganda even in a period that its power is very limited. And especially those realities cause to carry revolutionary party to front. This is ‘to transform the idea that surrounds the mass into a concrete power’ (Karl Marx). Slogans and demands, which are taken into consideration by a very limited number of workers, can become a shocking strength against the political power as a result of progressing struggle. Thus, Marxists do not hide their own aims even in periods in which the struggle is not strong. Main strength of a revolutionary Organization is the correctness and clarity of their political line. Reformist, centralist, guerilla organizations can be stronger than revolutionary worker party because of consciousness of working class. Duty of revolutionary party is to explain Marxist demands and analyses to workers when it is a core structure. Even if there is not a balance between revolutionary party and reformists, this may change in periods of sharpening of struggle.

Even revolutionaries are the weakest, their propaganda and agitation helps workers to see the difference between revolutionary party and others. Comprehension, which decomposes demand of socialism and daily demands, cannot undertake this duty.

Social democrats and reformists just talk about daily demands without talking about socialist society. Working class that believes social problems will be overcome by reforms supports such political parties. On the other hand, anarchist and left-declination groups, which see any daily demand to fail into reformism swamp, talk about the final target, abstractly. They believe that the more talking about it the more being revolutionary. They regard with distain and do not like workers, who do not mention communism. Separate from those groups, there are other groups, which say that they form a revolutionary program by uniting both minimum and maximum demands together. In this way, daily demands and demands of socialist society have only a relationship in terms of staying together in a text. Way that goes to socialism passes from both demands of current struggle and demands, which pave the path for socialist government.

In Tariş struggle, demand to open financial books to workers points out the path going to socialism. This demand is not one, which can only realize in a socialist society. To realize this demand, neither political power nor economic infrastructure has to be changed. In fact, it is an answer to one of the workers’ daily problems; that is to say, it is a just demand to see who is/are responsible of closing factory. This also means a new stage about who has the control over the management of factory. To start controlling financial books means to have a word about the expenditures of factory. To exhibit bosses, who escape from workers and do not take any responsibility, leads the transferring management to workers and transforming the movement into a promoter for such initiatives. While choosing slogans suitable to the concrete conditions of struggle, those slogans also have to include instruments of socialist government. For a long time the Left has not used any other one rather than the slogan ‘General strike, general resistance’. In fact, this has been an empty one of a just slogan. It was just, because it was an important step towards escaping from passivism and breaking the influence of syndical bureaucracy. It was emptied because it did not talk about any concrete step towards preparing the working class to this aim. There was not any step to realize preparation for general strike among workers. There was not any preparation such as arranging common meetings and forming resistance committees. Strike committees were not even in agenda: This proved how a rightful demand could be emptied.

Interventions to objective conditions draw society near socialism. It is indispensible to evaluate existing problems of capitalism from a socialist point of view in order to transfer political power to working class. Capitalism could overcome many deep and effective crises. It succeeded this sometimes by World wars, sometimes by colonial wars, sometimes by enforcing working class to live under worse conditions or sometimes by fascism. That is to say, if it was brought own dynamics of capitalism to be able to overcome crises, it could handle crises in some way. But giving birth to a socialist political power perspective is only possible with an intervention by a revolutionary party. In Turkey, many political organizations use violence to create a crisis and for artificial breaking of balance. To not be able to deepen existing crises in society, in fact, undervalues social objective conditions and appears as a political line, on which the party can move without the working class and it sees working class as a passive class. Or by not telling that there is no struggle for socialism, it puts bourgeoisie Politics arguments. Perhaps struggle for socialism becomes visible as a result of existence of revolutionary situation. Besides, separations such as ‘struggle for socialism’ and ‘not struggle for socialism’ are artificial ones.

To review Lenin's ideas will help to understand Leninism:

So that’s the point! To the Narodovoltsi, the term political struggle is synonymous with the term political conspiracy ! It must be confessed that in these words P. L. Lavrov has managed to bring out in bold relief the fundamental difference between the tactics in the political struggle adopted by the Narodovoltsi and by the Social-Democrats. Blanquist,[10] conspiratorial traditions are fearfully strong among the former, so much so that they cannot conceive of political struggle except in the form of political conspiracy. he Social-Democrats, however, are not guilty of such a narrow outlook; they do not believe in conspiracies; they think that the period of conspiracies has long passed away, that to reduce political struggle to conspiracy means, on the one hand, immensely restricting its scope, and, on the other hand, choosing the most unsuitable methods of struggle.

They think that the fight against the autocracy must consist not in organising conspiracies, but in educating, disciplining and organising the proletariat, in political agitation among the workers which denounces every manifestation of absolutism, which pillories all the knights of the police government and compels this government to make concessions.” (Lenin; RUSYA SOSYAL-DEMOKRATLARININ GÖREVLERİ http://www.scribd.com/doc/9583164/Vladimir-lyic-Lenin-Orgutlenme-Uzerine)

Class struggle in Turkey is defensive struggle at the moment. Several operations are held to defend working rights in work places. Political understanding, which separates processes from each other, cannot be successful in determining tactics and strategy of revolution. TEKEL resistance is a defense struggle to prevent right to work. Which will come after the First 4/C attack? Will workers stay at defense or will they go beyond the existing demands? This is only possible by a Bolshevik party, which does not separate several struggles from each other; perceives any small resistance as a part of the big picture, that is to say, class struggle; puts forth tactics and demands for consideration while defending present rights.

To provide continuousness of demands and struggle inside of each one is the duty of a revolutionary party. Struggles of TEKEL, Tariş, Çimen, Marmaray, shipyard, mining workers will either be run not in relation or be shared. As a result of global crisis of capitalism, countries that have problematic economies like Turkey are strained to accept the most basic demands of working class. ‘Commonalization’ should be made with suggesting general demands of workers as well as organizing in associated councils and committees. Those general demands may be ones such as prohibiting to expel workers and to open companies, which expel workers, to workers’ inspection.

Government in Turkey constantly accuses the Left with dividing the country. AKP government, which provides developing a grudge -among other workers, who earn lesser than TEKEL workers- against TEKEL workers, triggers envy. AKP aims to keep minimum wage at the current level but, on the contrary, it declares workers, who take a little bit as enemies and tries to pull those “high” wages down.

Syndicate is an important economic gain. There is a difference about conscience between member and non-member workers, at the beginning. While one is accepting common struggle even on a reformist basis, the other is abstaining about it. Syndical gains are workers’ gains. Whilst those have to be protected, at the same time, workers have to put their own will and control against syndical bureaucrats. To do so, syndical leaderships must be changed. Secretary General of Türk-İş, Mustafa Kumlu, faced with critics because he could not answer TEKEL workers’ expectation and did behave like a yellow syndicate leader. Actually workers reacted against him, perhaps earlier accepting him as their leader, with their consciousness gained in resistance. Secretary General of Tek-Gıda-İş (Tobacco, Distillery, Food and Co-workers Syndicate of Turkey), Mustafa Türkel, came and went between reaction and putting over shoulders. Türkel, who brought the responsibility to Kumlu by inviting Kumlu to resign, introduced himself as supporter of workers’ rights against Kumlu but it was not questioned that why did not he try to form solidarity in work places, where Tek-Gıda-İş is dominant. In my earlier essays, i stressed both that workers were not mobilized and syndical bureaucracy legalized its passive standing by alleging immobilized workers. Mustafa Türkel stood at classical social democratic line and not at workers’ side openly but opposed yellow syndicates. This opposition was periodical. Bureaucrats, who were together some time ago, perhaps temporarily, had to diverge from each other.

Within the struggle, workers, who attacking forward, enforce their leadership and political parties that support them. In TEKEL resistance, a more positive act from the government may end the resistance but now, expectations are quite high. Attacking forward gives workers to examine political parties to which they trust. AKP was a party that was supported by workers. Many workers were telling this. Because AKP disappointed workers, TEKEL workers became to protest ministers and parliamentarians of AKP. Workers started to protest AKP in several cities of Turkey. Leaping forward also weakens ties between workers and bourgeoisie political parties. Workers’ trust to bourgeoisie political parties, in fact, is a set in front of the struggle. It is workers’ support that strengthens those parties. This support helps capitalist to hold the political power even they are less in number. That is to say, capitalists have helpers. Helpers have other helpers. This sense of trust to bourgeoisie political parties among workers sources from workers’ belief that bourgeoisie political parties can solve problems of working class. This is an abortive trust, in fact. Those political parties will not be able to answer demands of TEKEL workers in further stages of resistance. Revolutionary party that works inside the working class has to evaluate relationship between workers and bourgeoisie political parties. To unite all organizations that support TEKEL workers has this aim. In this way, as a minority, it does not externalize political parties that are trusted by workers. An egocentric approach, which disregards the will of working class; sees itself as the only representator of the class; and shows a sectarian behavior in its works, is an obstacle for common action, which is inevitable.

Leninist behavior against political organizations that talk about practical and theoretical obstacles to not work together is to unite those parties around the struggle of working class. To exclude them from common work just means to strengthen barriers on workers in requesting them. Whilst Lenin foresaw to work with organizations that had different points of views, the Left in Turkey stayed away from each other. Lenin's ideas about common work are below:

“The question may be asked: Why cannot the Soviet of Workers’ Deputies become the embryo of such a centre? Is it because there are not only Social-Democrats in the Soviet? But this is an advantage, not a disadvantage. We have been speaking all the time of the need of a militant alliance of Social-Democrats and revolutionary bourgeois democrats. We have been speaking of it, and the workers have actually done it. It is splendid that they have done it. When I read in Novaya Zhizn a letter from worker comrades who belong to the Socialist-Revolutionary Party,[4] and who protest against the Soviet being included in one of the parties, I could not help thinking that those worker comrades were right in many practical respects. It goes without saying that our views differ from theirs, and that a merger of Social-Democrats and Socialist-Revolutionaries is out of the question, but then there is no suggestion of it. We are deeply convinced that those workers who share Socialist-Revolutionary views and yet are fighting within the ranks of the proletariat are inconsistent, for they retain non-proletarian views while championing a truly proletarian cause. Their inconsistency we must combat, from the ideological point of view, with the greatest determination, but in so doing we must see to it that the revolutionary cause, a vital, burning, living cause that is recognized by all and has brought all honest people together, does not suffer. We still consider the views of the Socialist-Revolutionaries to be revolutionary-democratic and not socialist. But for the sake of our militant aims, we must march together while fully retaining Party independence, and the Soviet i, and must be, a militant organization. To expel devoted and honest revolutionary democrats at a time when we are carrying out a democratic revolution would be absurd, it would be folly. We shall have no difficulty in overcoming their inconsistency, for our views are supported by history itself, are supported at every step by reality. If our pamphlet has not taught them Social-Democracy, our revolution will. To be sure, those workers who remain Christians, who believe in God, and those intellectuals who defend mysticism (fie upon them!), are inconsistent too; but we shall not expel them from the Soviet or even from the Party, for it is our firm conviction that the actual struggle, and work within the ranks, will convince all elements possessing vitality that Marxism is the truth, and will cast aside all those who lack vitality. And we do not for one moment doubt our strength, the overwhelming strength of Marxists, in the Russian Social-Democratic Labor Party.”
( Our tasks and the soviets workers’ Deputies
http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/nov/04b.htm)


Common action gives chance to both reaching masses and addressing people, who trust bourgeoisie political parties. At this point, the main requirement for revolutionary political party is to not give up its own programmatic corrects. To avoid critics is a mistake. This kind of action is also the process of revealing the difference between revolutionary political party and bourgeoisie parties. ın current situation, most of TEKEL workers neither know nor minds the differences of political parties, which stand on the Left side of political spectrum. Common action means to show masses difference between revolutionary party and bourgeoisie parties. Workers can see clearly that who work seriously for workers’ struggle.

TEKEL and other struggles prove that existing political groups cannot execute the leadership of working class. Problems they cannot overcome by personal acts are reacted along with organized resistances. During the last two weeks, there were examples of such acts: a worker in Hacılar town killed mayor, who was a member of MHP (Nationalist Action Party). A worker, who wanted to commit suicide and went up the roof of a building, passed out as a result of his three day long hunger. Suicide attempts, psychological traumas, lunacy are all results of policies practiced by capitalists on workers. And if they are read correct, in some way, those reflect conditions of working class. Such violence trends among workers may become strong as a result of hopelessness. People, who do not see the proletariat as the only revolutionary class and do put other classes or their own political parties instead of the working class, cannot establish relations with the working class on a revolutionary perspective. Revolutionaries do not refuse any kind of action, they evaluate kinds of action in accordance with the struggle of working class. At this point, style of revolutionary action is related to content of action. Violence is at the second place here. Petit bourgeoisie groups make violence the main criterion or revolutionary politics to cover their reformist programs. However, Marxism neither reject nor bless violence. Reformists declare themselves as non-Left- variance because their actions do not contain violence, and declare petit bourgeoisie revolutionaries as revolutionaries because of violence. This wrong attitude is a result of not evaluating acts of workers in terms of coercive styles of the struggle. Petit bourgeoisie political parties politicize reactions given as a result of unorganized state of workers (murder, suicide, lunacy) and carry the action styles of unorganized state of workers into political arena. Unless transforming into an organized power center within the working class, in order to prove its revolutionary stand point, they put the bravery and decisiveness in their actions at the first place. Whilst TEKEL workers do not commit suicide, unorganized workers tend to do so. Steps, which are chosen by a political party organized within the working class, are the action styles of organized workers.

• Councils

To be continued

Suphi Toprak


March 25